13.9.07

* Bahar Kokusunu Duyuyor musun?

İnsanın anlamsız vahşetinin ve gökteki kara bulutların gölgelediği şu günlerde, baharın hoş kokularını getiren, hayatın o olağanüstü güzellikteki görüntülerine de kapalı olmaz umarım gözlerimiz...

İşte Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan sanki bugünler için döktürülmüş bir şiir...

BAHAR VE BİZ

Yılda bir kere çıldırır ağaçlar sevincinden

Rabbim ne güzel çıldırır.

Yılda bir kere uzatır avuçlarını yaprak;

Sevincinden titreyerek.

Yılda bir kere kendini verir toprak

Yılda bir kere yarılır bahçeler hazdan

Rabbim ne güzel yarılır.

Biz de bir kere sevinebilseydik.

Çiçek açmış ağaçlar gibi çıldırasıya.

Kimbilir belki bir gün sulh olunca

Biz de deliler gibi seviniriz,

Ağaçları ve baharı taklit ederiz

Renkli bez parçalarıyla donatırız şehri

Renkli ampuller asarız pencerelerden

Kimbilir belki bir gün sulh olunca

Biz de çatır çatır çatlarız binbir yerimizden

Ağaçlar gibi.

Hayata iyi bakın

Blueman

01.04.2003

* Tarihin çektiği fotoğraf

15.03.2003 Cumartesi akşamki gösterisinin sonunda şair Sunay Akın izleyicilerine şu hoş anektodu aktarır.

Sunay Akın’ın eski hocalarından veya büyüklerinden birinin (ismini şu anda hatırlayamıyorum) şöyle bir tezi vardır: Tarih, yeryüzünde var olan ve var olmuş bulunan her insanın, hayatı boyunca bir kez, ama sadece bir kez olmak üzere fotoğrafını çeker. Ve var olan tüm insanlar tarihte işte bu fotoğraf ile alırlar yerlerini...

Sunay Akın’ın feyz aldığı bu kişi tezini şu cümlelerle ifade ettiği bir nasihatle tamamlar: “İşte o fotoğraf çekilirken dikkatli ol, aman ha sakın “GÖZLERİ KAPALI” çıkma.”



Hayata iyi bakın

Blueman

21.03.2003

* Kasım dolunayı ve yakamoz

Sisli Kasım gecelerine denk gelen bu ayki dolunayda her zamankinden daha gizemli anlar yaşandığı kesin... Gökyüzü bizden bu muhteşem güzelliği esirgemeyecek kadar cömert bugünlerde... Hatta bir daha uzun yıllar karşımıza çıkmayacak harika bir göktaşı yağmuru gösterisi bile yaptı geçen sabah... Yeter ki gözlerimiz ve ruhlarımız “açık” olsun...

Bu ayki dolunayda da doğanın bir başka mucizesi hakkında bir yazı...

“Nedense herkes yanlış bilir, Yakamoz ay ışığının suya, denize vuran şavkı değildir. Onun adı "ayın şavkı"dır. Aksine mehtaplı gecelerde yakamoz olmaz. Yakamoz bir canlıdır, latince ismi "Noctiluca Milliaris" olan bu canlı aynı bir ateş böceğinin denizde yaşayan versiyonudur bir yerde.
Luminesans maddesini vücudunda barındıran bu canlıya dokunulduğunda ışık saçar. Bu canlı bir planktondur, yani milimetrik boyutlarda bir canlıdır. Geceleri bunlardan milyonlarcası bir arada iken bir tekne veya bir balık sürüsü bu canlılara çarpınca ışık çıkarmaları sağlanır. O yüzden birçok balıkçı teknesinde yüksek bir direk ve bu direğin ucunda oturulacak bir yer vardır. Balıkçılardan biri buraya oturarak ay olmayan gecelerde balıkların yakamoz yaparak geçtikleri yolları görüp dümenciyi oraya yönlendirirler. O yüzden lüfer avlarken lüks ışığı kullanılır. Işık, balık gelsin diye değil, misinanın değdiği yakamozların çıkardığı ışıktan lüfer korkmasın diye bu ışığı perdelemek için kullanılır.
Esasında Yakamoz (eğer göreniniz varsa bilir) olağanüstü bir şeydir. Yakamoz olduğunda denizde uzun floresan lambalar yanıyormuş gibi olur. Ama bunun için ay ışığının veya başka bir ışığın olmaması gerekir. Ay ışığında (daha baskın olduğu için) yakamoz ışığını göremezsiniz. O kadar muhteşemdir ki, o anda tüm romantizm biter, sanki dünya dışı varlıklar gelmiş gibi olur. Bir de yakamozlu ve ay ışıksız gecelerde denize girince pırıl pırıl uzaylı gibi olursunuz.
Aşağıda, yakamoz adlı canlının bir resmini bulacaksınız, ama hiç bir zaman bu kadar yakından çıplak gözle göremeyeceksiniz :))”

Paylaştığın için sağol Dündar’cığım.
Hayata iyi bakın
Blueman
19.11.2002

12.9.07

* Aralık dolunayı ve seçimler

Bu ayki dolunayın getirdiği, yine yazarını bulamadığım bir yazı da, yine bir süredir üzerinde düşünüp durduğum, hayattaki seçimlerimizle ilgili idi. Her gün ne kadar çok seçim yapmak zorunda kalıyoruz değil mi? Hayat yolculuğumuzda karşılaştığımız kavşakların, saptığımız yolların sayısı sandığımızdan bile fazla galiba...

Mantığın, duyguların, içgüdülerin ve önsezilerinle saptığın yolların toplamından oluşan hayatının, seni hep mutlu etmesini dilerim...

Hayata iyi bakın

Blueman

"Yıllarla birlikte, yetenekli olduğumu söyleyen öğretmenin haklı olduğunu anladım. Yetenekliydim; ama bu yeteneğimi değerlendiremedim. Enstrüman seçmek için bir karar almam gerekiyordu. Ya keman çalacaktım ya piyano; ya flüt çalacaktım ya da akordeon... Olmadı, hepsini istedim, hıç birinden vazgeçemedim.
Yıllar geçtikten sonra her enstrümanı iyi çalabiliyorum; ama hiç birinde virtüöz değilim. Bir enstrümanla isim yapamadım. Ne kemanla tanınan bir eserim var, ne de piyanoyla... Bütün enstrümanları iyi çalıyorum, ama kimse tanımıyor beni. Başarılı olmak için her şey değil, bir şey lazımmış. Başarı bir alışverişmiş; bir şeyi alabilmek için birşeyi vermek, diğerlerinden vazgeçmek gerekiyormuş. Keşke kemanı seçseydim ve diğerlerinden vazgeçseydim.
Karıma da hayatı zindan ettim, sevgililerime de... Hiçbirinden vazgeçemedim. Karım dünyanın en iyi, en güzel kadınıydı. Evlenirken ne olduğunu anlayamadan evlenmiştim. Yani... evlilik sadece birisi için karar almak ya, diğerlerinden vazgeçmek... İşte evlenirken ben bunu anlamadan evlenmişim. Evlendikten sonra başka kadınların da olduğu bir hayatı yaşamaya devam ettim. İçlerinden bazılarını daha çok sevdim; ama ne onlardan birinde, ne de karımda karar kılabildim.
Yıllar sonra şimdi yapayalnızım...
Ne karım kaldı, ne de diğerleri... Keşke birini gerçekten seçebilseymişim, ama, yapamadım.
Tıpkı enstrüman seçimi gibi hepsini istedim ve sonuçta elim boş kaldı.
Almak için bırakmak gerekiyormuş. Keşke karımı alsaymışım...
Dolu dolu boş yaşamak..
Hayatım boyunca yapacak çok işim oldu; hepsini yapmayı istedim.
Hangisinde "en iyiyim? Şimdi bakıyorum, kazananlar, başarılı olanlar hep bir tek şey yapmışlar. En iyi olmak içın önce seçmek ve diğerlerini bırakmak gerekiyor.
İşte de böyle, özel yaşamda da... Bu seçimi yapmamız gerekiyor; çünkü mutlaka bazıları daha uygun...
Bir ara ekonomik sıkıntıya düştüm. Tasarruf gerek. Başladım her şeyden %10 kesmeye, ne anlamsız bir uğraşmış bu. %10 daha az peynir yemek, çay içmek. Bu tasarruf çok acı verdi bana, her an hissettim.
Her şeyden %10 kesmek tabiatıma uygundu tabii.
Çok sonradan anladım; sadece taksiyle dolaşmayı bırakşam yetermiş! Her kalemden %10 değil, etkili kalemi bulmak gerekiyormus.
Yani, orada da seçim yapmak gerekiyormuş...
Her seçim bir kaybediştir, her tercih bir vazgeçiştir çünkü...
Sabah işe gitmekle, yatakta nefis bir miskinlik fırsatından vazgeçmiş olursunuz.
Kalkar kalkmaz hayat bin bir seçeneği dayar burnunuzun ucuna...
"Ne giysem" telaşından, öğle yemeğinde "Ne alırdınız?" diye başucunuzda biten garsona, "hangi kanaldaki filmi izlesem" kararsızlığından "bize oy verin" diye bağrışan partilere kadar herşey, herkes, her an sizi ısrarla bir tercihe zorlar. Yastığınıza teslim olmuşsanız, belki dışarda ışıl ışıl bir günden vazgeçmiş olursunuz. Bahar esintileri taşıyan bir elbise belki o gün yaşamınızı ışıldatabilecekken, ağırbaşlı bir sadeliğe karar vermekle muhtemel bir tanışıklığı tepersiniz. Belki yemediğiniz musakka, ısmarladığınız İzmir köfteden daha lezzetlidir. Ya da öbür kanaldaki film, o anki ruh halinize daha uygundur. Ama yaşam, vazgeçtiğiniz şeye ilişkin ipucu vermez. Geri dönüp, o günü gökkuşağı desenli bir elbiseyle yeniden yaşama şansınız yoktur. Bu şeçim oyununda vazgeçtiğiniz şey, seçtiğinizden daha değerliyse pişmanlık kaçınılmazdır. Ama neyin değerli olduğunun kararı da yine size aittir..."

11.12.2003

* Aralık dolunayı ve çocuklarımız ve yaşama sanatı

2003'ün son dolunayı...

Gizemli aydınlığı, geceleri güzelleştiren varlığı ile duygularımı yoğunlaştırırken, üzerinde düşünmeme neden olan birden fazla konu getirdi bana bu kez...

Bunlardan ilki, çocuklarımız, onları en iyi ne şekilde yetiştirebileceğimiz ve buna bağlı olarak tabii yine hayatın, anlaşılmaya değer detayları ile ilgili idi. Aşağıdaki, yazarını bulamadığım yazı, çocuk sahibi olanlar ve bizler gibi geleceğin anne babası olan gençler kadar, hayatı sorgulayan herkesi ilgilendirecektir kuşkusuz... “Hayata iyi bakın” cümlesinin altında yatan fikri de destekleyen bir bakış açısına sahip olduğundan, paylaşmak istemem kaçınılmazdı.

Teşekkürler Öner.

"Selen'in başaramadığı (!)
Gençlerin ölümünde büyük kederler saklıdır.
Üniversite öğrencisi Selen'in ölümü ailesini perişan etti.
Bu ölümün, "uyuşturucu"dan meydana gelmesi ise konuyu medyada yankılandırdı.
"Uyuşturucu belası" giderek yayılan bir sinsi problem tabii ki... Gazetecilerin, "polis uyuyor mu?" veya "okul yönetimleri ne yapıyor?" şeklindeki eleştirileri de haksız veya yersiz değil...
Fakat ne her gençin başına bir polis dikmek mümkün ne de bu tür vakalar tek boyutlu...
Meseleye salt "yöneticiler" açısından değil, "aileler" açısından da bakmak zorundayız.
"Selen'in çok başarılı olduğu" anlatıldı hep. Üniversiteyi kolayca kazanmış olduğu, Bilkent'e girdiği, İngilizceyi su gibi konuştuğu anlatıldı. Buna bir itirazım yok. Ama tam da işte bu nokta, hem medya olarak, hem de aileler olarak düştüğümüz en büyük tuzak değil mi? Hem de alabildiğine felsefi bir tuzak. Nedir büyük başarı? Ya da gerçek başarı nedir?
Üniversiteyi kazanmak mı? İyi bir fakülteye girmek mi?
Sular seller gibi yabancı dil konuşmak mi? Hayır!..
Bunlar "ikincil" başarılardır. Asıl başarıyı destekleyecek, küçük başarı parçaları...
Zor bir maçı kazanmak gibidir ama şampiyon olmaya yetmez.
Şampiyon olmak, "yaşam sanatını" sürdürebilmektir.
Asıl başarı budur.
Sağlıklı bir düşünce ve davranış sistemi, çevre ile düzenli ve yaratıcı ilişkiler yumağı, hakkını elde etmek için mücadele, hayatın kederleri ile lezzetlerini aynı potada eritebilme, yoksunluk ve zorluklarla boğuşabilme, aldıklarının karşılığını da duygular ve mutluluk paylaşımları ile ödeyebilmektir asıl başarı... Bunu başarabildi mi Selen? Hayır başaramadı.
Aile ortamında, "yaşam başarısının" ortaya konmasına olanak verecek, kendini tarif edebilecek, paylaşımcı ve kendinden emin bir kişilik oluşturacak, yaşam bağlarını güçlendirecek nesnel ve öznel koşulların yaratılıp yaratılmamış olduğu, her genç için hayati değerde sorulardır.
Ailede, karşılıklı sevgi ve saygı ile yaşama tutunma ortamının yaratılmış olması.
Selen'in annesi hekim, babası da iş adamı olduğuna göre, böyle bir ailede, dişe dokunur bir maddi sıkıntı veya kaba, saba, itici, düzeysiz ilişkiler atmosferi beklenemez. Fakat "yıllar içinde" oluşmuş ruhsal ve duygusal ortamın, Selen'e nasıl yansıdığı veya onun tarafından nasıl algılandığı çok önemli. Bir evladın her istediğinin anında karşılanması onun "mutlu olmasına" yeterli olabilir de, olmayabilir de... Bu, o ailede yaratılmış "yaşam kimyasına", elementler arasındaki takım oyununa bağlıdır.
Bir genç, topluma katılıp onunla tek başına ilişkiler kurmaya başladığında binbir tuzak ve pespayelikle karşılaşmaya başlar. O genci bu tuzaklardan koruyan temel zırh, ailenin yaşam kimyaıidır. Öte yandan Selen, ailesindeki böyle bir yaşam kimyasına rağmen de ölümcül tercihe sürüklenmiş olabilir. Bu konu, psikiyatri ve psikoterapi alanına girer.
Benim yıkıcı olaydan çıkarmak istediğim ders su: Yetişkinlerin en birinci görevi, gençlere "yaşama sanatını" öğretmek olmalı.
Dünyaya gelmekle bir "yaşam borcu" altına girdiklerini, insan içın en değerli hediyenin "hayat" olduğunu, diğer bütün başarıların ikincil olduğunu davranış ve duygularla ortaya koymak olmalı.
Ki o genç, ailesine vereceği en büyük başarı ödülünün "yaşaması" olduğunu bilebilsin. İsterse üniversiteyi hiç kazanamasın, isterse de hiç "büyük adam" olamasın...
Yeter ki, "yaşamak sanatından" hiç vazgeçmesin..."

Hayata iyi bakın

Blueman

10.12.2003

* Tilt makinası

Ölümün hayatın ne kadar da içinde olduğunu anladığımız, karmaşık duygularla dolu bu günlerde, Sinema Dergisi'nin Eylül 2003 sayısından, çok hoşuma giden bir bölümü aktarmak istedim...

"Kurosawa 1953 yılında filmografisinin en duygusal eserlerinden biri olan "İkiru / Yaşamak"a imza attı. Yaşam ve ölümü, birbirini bütünleyen iki olgu olarak açıklayan Tao düşüncesinden yola çıkarak, birkaç ay içinde öleceğini öğrenen bir memurun, hayatını anlamlı kılmaya çabalayışını anlatıyordu film. "Yaşamak"ta Freud'un izlerini bulmak mümkündü. Freud'e göre insan bir gün öleceğinin bilincinde olan tek varlıktı ve bu nedenle de hayattan beklentileri vardı. Ölüm sayesinde var olduğumuzun farkına varabiliyorduk. Filmin kahramanı Watanabe için de durum aynıydı. Öleceğinin farkına vardığında, aslında tüm zamanını bürokratik işlemleri organize ederek geçirdiğini, gerçekten heyecan duyacağı işlere zaman ayırmadığını anlıyor, kenar mahallelerden birinde bir çocuk parkı yapılmasına önayak olmaya çalışıyordu.
Sanatçı filmde hayatı, tilt makinesindeki toplara benzetiyordu. Her defasında makine içinde yalnız bir tur atan, mutlaka aşağı düşen, ancak her düşüşünde çarptığı zillerle, bambaşka bir müzik yaratan çelik bir top... Öyleyse ölüm korkusundan sıyrılmanın tek yolu, yaşamdan zevk almak, onu anlamlı kılmaktı. Filmin düşünsel yapısının bel kemiğini oluşturan şarkı da aynı şeyi söylüyordu: "Hayat çok kısa / Aşık ol sevgili bakire / Dudakların alken hâlâ / Ve tutkuların solmadan daha / Yarın hiç gelmeyebilir..."

Çarptığınız zillerden gelen güzel sesleri hissettiğiniz günler ve "anlam"lı bir hayat dilerim...

Hayata iyi bakın

Blueman

18.11.2003

* Alamut Kalesi'nde bir gülüş

Nefis bir yazı ile Cuma günümüzü ve hayatımızı renklendirelim biraz daha...


"Bak sana bir hikaye anlatacağım, dikkatle dinle. Bir zamanlar Alamut kalesinde bir deli yaşarmıs, adı Hasan Sabbah. Bir tarikatı varmış, adı Haşhaşi. Gencecik delikanlıları kalesindeki afyon ve güzel kadınlarla dolu sahte bir cennete çağırırmış. Bembeyaz tenlerinden mavi ipekler dökülen güzellerin arasında, ellerinde afyon çubukları, bir çocuğun şaşkınlığı ile bakarlarmış bu yeryüzü cennetine. Bir süre burada kalan delikanlılar, bu yeryüzü cennetine ve tabii ki afyona aşık olurlarmış.



Ve sonra bu sahte cennetten atılırlarmış. Birden kendilerini kalenin dışında, gizemli rüzgarın estiği bozkırın ortasında bulurlarmış. Keskin bir bıçak gibi giriverirmiş cennet özlemi yüreklerine ama cennete tekrar geri dönmeleri için Hasan Sabbah'ın kulu, kölesi olmaları gerekirmiş. Öyle dermiş gencecik delikanlılara;
"Benim kulum olun, tekrar cenneti vereyim size"
Tekrar o mutluluğu yaşamak, o tüy ucundaki yaşama geri dönmek için katil bile olurlarmış.
Ve hiç biri tekrar o cennete dönmemiş, dönememiş. Günlerce, aylarca ve yıllarca sabırla beklemişler ama bir daha o cenneti hiç görmemişler.
Haşhaşi tarikatı tarihin bilinen ilk suikastçılarıdır biliyor musun? İngilizce assasin (suikastçi) kelimesinin kökü onlardan geliyor. Dönecekleri cennetin hayalini kurarak yıllarca sabırla beklerlermiş kurbanlarını öldürmek için. Eğri bir hançerin ucundan kan damlarken, onlar gülümserlermiş. Açılırken cennet kapıları, onlar da yüzlerinde afyonun çarpıttığı bir gülümsemeyle ölürlermiş.
Şimdi anlıyorum ki senin gülüşündü benim Alamut kalem.
Bir cennetti yaşadığım ve yaşattığın. Gittiğinden beri, gülüşünle bezenmiş yeryüzü cennetinden atıldığımdan beri, umutsuz bir Haşhaşiyim artık. Bana verdiğin cennetten başka umursadığım hiçbir şey yok.
Hiçbir şeyi umursamıyorum artık. Ne birikmiş bulaşıklar, ne övgü dolu sözler, ne kedisiyle mutlu olan kadın, ne paranın üstünü titreyerek veren esnaf, ne bahar, ne kış, ne de kendim. Her şeyin toplamı sadece hiçbir şey.
Umarsız bir çığlık bu.
İnsanlığın en büyük buluşu nedir biliyor musun? Tanrıdır bence. Ateşten bile önce bulmuştur Tanrıyı insanoğlu. Tanrının en büyük buluşu ne peki? Cennet sanırım.
İnsanları seviyorum diyenlere gülüyorum sadece. Kim sevebilir ki insanı? Kim alır bağrına bu kirli nehri ve hala mavi bir okyanus kalabilir. Bir çocuk, bir peygamber ve sen. Başka kim?
Hintlilere göre, zaman bir kıvılcımın çizdiği hayali bir daire gibiymiş. Sanki orada bir çember görürmüş insan. Oysa var olan sadece kıvılcım. An diyorum ben ona, an... Gülüşünü hatırladıkça içime batan zaman.
Peki söyle, ben neyi bekliyorum ki sabırla? Neyi öldürmek için bu suskun bekleyiş? Gülüşünün kırıntılarını mı? Yoksa kendimi kurtarmak için kendimden, aşka olan inancımdan ya da ruhuma sinmiş gülümseneni kazımaktan.
Hiçbir şeye kızamıyorum da biliyor musun? Artık soyluyum, acının kutsadığı bir ruhum var. Sen öldün, toprak oldun. Geride bıraktığınsa bir ceset.
Cehennem nedir ki? Kızgın bir fırın mı? İşte insanın avuntusu. Bilmez misin? Cehennem, cennetin yokluğudur. Gülüşünün bittiği yerde başlamadı mı zebanilerin kahkahaları?
Bir şeyler arıyorum bu çirkin şehrin yüzlerinde. Bir sürü insan. Bir kooperatif evi, az yakan bir araba ve bir de erken emeklilik. Ne tuhaf? En büyük trajedi, trajedinin olmaması. Etrafım sıradan megalomanlarla dolu, oysa hayran olduğum tek şey önümü kesen bir kır çiçeği.
Yeryüzü cehennemine nasıl katlanıyorum diye merak ediyorsundur? Bekliyorum, sabırla bekliyorum. Neyi beklediğini bilmeden bekliyorum...
Bir başka hikaye anlatayım istersen. Züleyha'yı bilir misin? Hani Yusuf'a delice aşık olan Züleyha. Bir gün Yusuf peygamber atla gezerken önüne atlamış. Hiddetlenen Yusuf, Züleyha'yı kırbaçlamak için kamçısını çıkarmış. Zavallı Züleyha yalvarırcasına "Allah aşkına, kamçını bana ver" demiş. Şaşıran Yusuf, kamçısını uzatmış. Züleyha, iki avucunun arasında bir süre tutup kamçıyı, geri vermiş. Eline alır almaz, hemen fırlatmış kamçıyı Yusuf.
Çünkü eli yanmış...
Bilmezsin nasıl korkardım çiçeklere, ağaçlara ve bebeklere dokunmaktan. Yanmasınlar diye uzak dururdum her şeyden. Ve sonra elimi kalbimin üstüne koydum, bir ben yandım. Bilmezsin...
Ne garip? Bana dünyadaki en büyük mutluluğu veren sendin ama en büyük mutluluğu vererek, en büyük kötülüğü yapan da sen... Şimdi anlıyorum isminin anlamını.
Suyun üstüne yapılan resimmiş Ebru.
Alamut kalesinde öyle mutluydum ki.
Neydi cennet? Sahi neydi meleklerin şarkısı? Söyleşene.
"Hadi ekmek arası balık yemeğe ODTÜ'ye gidelim, sonra da yaş pasta yeriz. Çimenlere oturup birer çay içeriz. Belki bir şarkı söylersin, Ebruli makamından senin uydurduğun bir şey. Sonra güneş batar ve evimize döneriz. Çekirdeklerimizi alıp televizyonun karşısına geçeriz. Bir rüzgar eser, perdeler sallanır, sana bakarım ve sen gülümsersin."
Bazen gözümü kapıyorum. Bir gülüş gelip geçiyor gözümün önünden. Bir martının kanadının denize değmesi gibi. Ufak bir iz kalıyor suyun üstünde, sonra o da silinip gidiyor.
Gülüşün afyon, dokunuşun afyon..."

Mehmet Emin Arı


Hayata iyi bakın

Blueman

14.11.2003

* Benim yeni ismim de Loopy Pottytush

Teşekkürler İlkin...

Gülücüklerle, kahkahalarla süslenmiş bir gün dilerim...

Hayata iyi bakın

Blueman

This only takes a minute and its fun. Please don't be a bore and ruin it. Send it on to everyone you know including the person that sent it to you. Sometimes when you have a stressful day or week, you need some silliness to break up the day. Here is your dose...
Follow the instructions to find your new name.
The following is an excerpt from a children's book, "Captain Underpants and the Perilous Plot of Professor Poopypants" by Dave Pilkey: The evil Professor forces everyone to assume new names...
Use the third letter of your first name to determine your new first name:
a = poopsie b = lumpy c = buttercup d = gidget e = crusty f = greasy g = fluffy h = cheeseball i = chim-chim j = stinky k = flunky l = boobie m = pinky n = zippy o = goober p = doofus q = slimy r = loopy s = snotty t = tootie u = dorkey v = squeezit w = oprah x = skipper y = dinky z = zsa-zsa

Use the second letter of your last name to determine the first half of your new last name:
a = apple b = toilet c = giggle d = burger e = girdle f = barf g = lizard h = waffle i = cootie j = monkey k = potty l = liver m = banana n = rhino o = bubble p = hamster q = toad r = gizzard s = pizza t = gerbil u = chicken v = pickle w = chuckle x = tofu y = gorilla z = stinker
Use the fourth letter of your last name to determine the second half of yournew last name:
a = head b = mouth c = face d = nose e = tush f = breath g = pants h = shorts i = lips j = honker k = butt l = brain m = tushie n = chunks o = hiney p = biscuits q = toes r = buns s = fanny t = sniffer u = sprinkles v = kisser w = squirt x = humperdinck y = brains z = juice

Thus, for example, George W. Bush's new name is Goober Chickenshorts.

Now when you SEND THIS ON ... use your new name as the subject.

And remember that children laugh an average of 146 times a day; adults laugh an average of 4 times a day. Put more laughter in your life.

13.11.2003

* Kasım dolunayı ve harika bir şiir

Güne Can Yücel'den harika bir şiirle başlamak için...

Sendedir Gizem

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif…
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü…
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin…
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün…
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiliye hasret kaldığın kadar yakınsın.
Unutma yağmurum yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve kendini güçlü hissettiğin kadar güçlü,
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin…
Bunu unuttuğunda aldığın nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin
Bunu da öğren;
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN…

Hayata iyi bakın
Blueman

11.11.2003

* Ekim dolunayı ve yine uzun bir cümle

Venedik yakınlarındaki Lido Di Jesolo yarımadasındaki otellerden birinin 209 no.lu odasında rutin günlük oda temizliğini yapmakta olan, gözleri, otelin, kıyısında bulunduğu denizin engin maviliklerine ve kıyıya vuran beyaz köpüklere dalıp gitmiş olan hizmetçinin, eliyle bir ileri bir geri sallayıp durduğu elektrikli süpürgenin borusundan gelen çıtırtılar, bir gece evvel, Ekim dolunayı, kızıllığını üzerinden atıp, giderek parlaklaşarak gökyüzünde yükselirken, denizden esen tuz kokulu, hafifçe ürperten serinlikte rüzgarı yüzlerinde hissederek, ayaklarındaki botlarla sahildeki kumların üzerine isimlerini kocaman kocaman yazan iki sevgilinin, ancak otel odasına döndüklerinde farkettikleri, koridorda merdivenlerden oda kapısına doğru gelmekte olan, halı üzerindeki kumlu ayak izlerini, otel görevlilerine belli etmeden, çoraplarıyla silmeye çalıştıkları o geceyarısında, halının yünlerinin diplerine yerleşmiş kum taneciklerinden geliyordu.

Hayata iyi bakın

Blueman

16.10.2003

* Neruda ve oyun

“Şair Pablo Neruda, bundan tam 30 yıl önce, 23 Eylül 1973’te öldüğünde 69 yaşında bir çocuktu. Santiago’ya yüz kilometre mesafedeki Isla Negra’da, biriktirdiği renkli şişelerin, böceklerin, deniz kabuklarının, mürekkep şişelerinin arasına gömüldü. Neruda, “Evimi bir eğlence parkı gibi düşündüm ve sabahtan akşama kadar oyun oynuyorum!” demişti.
Şu kadarını söyleyeyim ki, Neftali Reyes Basualto, 1904 yılında Şili’nin Parral isimli küçük bir şehrinde dünyaya gelmişti. Çocuk yaşta şiire başlamış, 15 yaşında (Çekoslovak şair Jan Neruda’nın anısına) “Pablo Neruda” adını almış, hayatı boyunca kozmos, temel elementler (toprak, su, hava), Latin Amerika ve özellikle de aşk üzerine yazmıştı.
“Oyun oynamayan çocuk, çocuk değildir, ama oyun oynamayan insan da içindeki çocuğu, bir daha görmemek üzere kaybeder. Evimi bir eğlence parkı gibi düşündüm ve sabahtan akşama kadar, oyun oynuyorum! Ve yaşadığımı itiraf ediyorum!”
Benim sözlerimin tarihe geçeceğini sanmam. Ama ben de, ölümün kokusunu aldığım gün, “Yaşadığımı itiraf ediyorum” diyebilmeyi isterdim.”

Serdar Devrim – Hürriyet – 24.09.2003

Sabah trafiğinde dalgın gözlerle yol alırken, radyoda kulağımıza çalınan onlarca reklam sloganından biri de sanki aynı mesajı vermektedir:

“Hayat sizin oyun alanınızdır. Tadını çıkarın”

Hayata iyi bakın

Blueman

24.09.2003

* Eylül dolunayı

Balık burcunda gerçekleşen Eylül dolunayı, serin bir sonbahar gecesinde daha olanca ihtişamı ile parıldar ve gümüş ışıltıları, Boğaz’ın akıntılı suları üzerinde oynaşırken, karanlık deniz dibindeki balıklar da gündelik hayatta kalma telaşından sonra hareketsiz dinlenmekte, belki de gözleri açık halde uyumaktadırlar...

Balıklar düşünmez ve balıklar herşeyi bilir mi gerçekten? (“The fish doesn’t think, it knows everything” – Arizona Dream filminden)

O derinlikten yukarı doğru bakıldığında, dolunayın gümüş bir tabak gibi parıldadığı bölgede, suları yararak bir karaltı şeklinde ilerleyen teknenin üzerinde, Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçmekte olan insanların pek çoğu, can sıkıntısı ve günlük koşuşturmacanın bitkinliği ile boş gözlerle bakmaktadırlar pencerelerden...
Düşünceler denizine dalmış balıklar gibidirler sanki...
Bulutsuz gökyüzünde parıldayan dolunay, Eylül ayında Balık burcundadır.

Hayata iyi bakın
Blueman

10.09.2003

* Mars'a bakış - 2

Berber koltuğunda oturan adam, ilk kez saçlarını emanet ettiği berberi endişe dolu bakışlarla süzmektedir. "İnşallah saçlarımı kuşa çevirmez... Eli de amma ağır yahu, yarım saattir aynı yerle uğraşıyor... Kafa derim acıdı artık yaa..."

Sabahtan beri ve tüm meslek hayatı boyunca kimbilir kaç kafayı saç fazlalıklarından arındırmış, kimbilir kaç milyon kez makas şaklatmış berber, sıcak ve sürekli ayakta geçmiş yaz günlerinden birinin daha sonlarına doğru yorgun ve bezgin görünümlüdür. Bir yandan ağır hareketlerle saç kesmekte, bir yandan da yüksekçe bir yere konuşlandırılmış TV'deki haberlere göz atmaktadır.
60 bin yıldır ilk kez dünyaya en yakın mesafeye gelen kırmızı gezegen Mars ile ilgili habere ise özel bir dikkat sarfeder. Gözü TV'de olduğu halde şaklatmaya devam ettiği makas, bu haber sırasında hareketine ara vermiştir. Saçları kesilen adam tedirginliği ve iç bunaltısı daha da artmış vaziyette bir berberi, bir TV'yi gözlemektedir.
Haberin sonrasında berber, o doğu kültürüne has, müşteri ile arkadaşlık kurmak ve sohbet etmek amaçlı berber koltuğu sohbetine niyetlenerek, kafasında oluşan şüpheleri müşterisi ile paylaşmak ister:
"Abi bu dünyanın sonu ne zaman gelecek? Bu dünyanın bir sonu olacak mı?"
Yeterince bunalmış durumdaki ve suratındaki kılların kaşıntısından ve ellerinin, boğazından bağlı bulunan berber önlüğü yüzünden rahat hareket edememesinden de ciddi derecede bir "kıllanma" durumu yaşamakta olan müşteri ise, o an için fazlasıyla metafizik, psişik ve ezoterik olması muhtemel bu sohbet girişimini en az zararla atlatmak niyetinde mırıldanır:
"Abi olacaktır herhalde bir sonu... Bir gün biter bu dünya da haliyle..."
Berber ise bu sohbete, müşterinin aklını, dükkandan çıktıktan saatler sonra bile halen meşgul etmekte olan şu cümleyle bir nokta koyar:
"Biz göremeyiz tabii o günü, ama öldükten sonra da dünyanın sonu gelsin diye binlerce yıl beklemek de zor be abi... Kim bekleyecek binlerce yıl şimdi?"
Müşterinin ruhuna, berberin öldükten sonra, binlerce yıl kıyameti beklerken çekeceği sıkıntıların yükü binmiş gibidir.

Hayata iyi bakın

Blueman

28.08.2003

* Mars'a bakış

Bir çocuğun gözünden...

On Mars

Aliens live in jars Yaratıklar kavanozlar içinde yaşar
And drive tiny cars Ve minik arabalar kullanırlar
And eat candy bars Ve çubuk şeker yerler
On the planet Mars. Mars gezegeninde.

Pam Ray 04/14/1996; Children's Digest

Bir yetişkinin gözünden...

"An important way for human race is starting to another place.
To fınd the answer for our own existence and that we are not alone.
There is a place not far away, from where we live and where we stay.
It is a planet between the stars, it`s our neighbour, we call him Mars."

"İnsan ırkı için önemli bir yol bir başka yere doğru başlıyor,
Var oluşumuzun cevabını bulmak ve yalnız olmadığımızı anlamak için.
Yaşadığımız ve kaldığımız yerden çok uzak olmayan bir yer var.
O, yıldızlar arasında bir gezegen, komşumuz, biz ona Mars deriz."

Walter Hain 1995

Hayata iyi bakın

Blueman

27.08.2003

* Donnie Darko

Geçen aylarda sinemalarda sessiz sedasız oynayan çok ilginç bir film...

"Memento"dan beri, izlerken olduğu kadar, izledikten bir süre sonra bile seyircinin beyin kıvrımlarını çalıştırmaya devam eden bir film özlemi çekenler için bire bir...

Richard Kelly'nın yazıp yönettiği film, zamanda yolculuk, paralel evren ve ilgili diğer kavramlara dayanan bir hikayeyi temel alarak aşk, korku ve kendini adama gibi pek çok konudan dem vuran bir bağımsız film örneği... Filme tamamen hakim olabilmek için çok dikkatlı seyretmenin yanında çok iyi hazırlanmış internet sitesinden ve hatta DVD'sinin içindeki kitapçıktan, silinmiş sahnelerden destek almak gerekiyor. imdb sitesinde film hakkında yapılan yazışmalar, tüm bunları yapmış izleyicilerin yazışmaları ile herşeyi özetlemesi açısından iyi bir rehber... Ve filmi tam olarak hazmettiğinizde, aşkı anlatan çok güzel bir yönü de olduğunu farkediyorsunuz.

2 - 30 Ekim 1988 tarihleri arasındaki bir süreyi anlatan filmin o dönem atmosferini ve özellikle de harika birkaç şarkıyı birer ipucu olarak kullanması da 80'ler gençliği için farklı tatlar sunacaktır.

Bir yerlerde rastlarsanız kaçırmamanızı dilerim...

Hayata iyi bakın

Blueman

25.08.2003

* Hoşçakal arkadaş

Ercan Arıklı, Gregory Peck, Katharine Hepburn, Barry White, Benny Carter, Tomris Uyar, Çelik Gülersoy, Uğur Uluocak ve Benny Carter şeklinde devam edegelen bir kayıplar listesinin sonunda şimdi de Compay Segundo (gerçek ismi Francisco Repilado idi) var. (Compay: Arkadaş)
1907 doğumlu ve bu yaşında bile, en sevdiği puro olan H. Upmann No. 4’unu hala ağzından düşürmeyen, tam bir yaşam sevdalısı olan Compay, Ry Cooder’ın prodüktörlüğünde biraraya gelen yaşlı Kübalı müzisyenlerin oluşturduğu Buena Vista Social Club’ın bir anda tüm dünyada coşku yaratması ile ömrünün son yıllarında şöhretin güzelliğini yaşayabilmiş ve müzikten para kazanabilmişti.
Sadece 2 akor içermesine rağmen Guantanamera’dan bile daha çok çalınan muhteşem “Chan Chan”ın yaratıcısı Segundo, hayat hakkında şunları söylemişti bir ropörtajında:
“Yemek yemekten çok zevk alırım, özellikle de deniz ürünlerini çok severim... Size bir sır vereceğim: kuzu eti çorbası için, çünkü sizi güçlü yapacaktır...
...Güzel şeylerden çok fazlasına sahip olmamalısınız, böylece her zaman daha fazlası için arzunuz olur ve sıkılmazsınız.
Biraz rom içer, çokça puro tüttürürüm; büyükannem bana çocukluğumda öğrettiğinden beri...
Ben bir hayat öğrencisiyim. Her gece yatağıma yattığımda, uyumadan önce o gün yaptıklarımı ayrıntılarıyla analiz ederim. İnsanları ve olayları değerlendirim ve bu benim hata yapmamama yardımcı olur.
Bir köşede oturup ölümü beklemiyorum: ölüm beni yakalamak için peşimden koşmalı. 100 yaşına kadar yaşamak ve sonra da bir uzatma daha istemek niyetindeyim; tıpkı büyükannem gibi...”
Buena Vista Social Club ile dünyanın pek çok yerinde konser veren, New York’ta, ünlü Carnegie Hall’daki konserlerini anlatan belgeselde, grubun diğer üyeleri ile birlikte gözlerinde birer çocuğun mutluluğunu okuyabildiğim bu harika insanlar, müzikle dopdolu hayatlarında, dünyanın bir başka ucundaki insanlarla pek çok güzelliği paylaşabildiler.
Seni her zaman yaşama sevincin, güzelliklere olan tutkun, muhteşem şarkıların ve gülümseyen yüzünle hatırlayacağım.

Ölüm, seni 100’den önce yakaladığı için üzgünüm Arkadaş.

Hayata iyi bakın
Blueman

17.07.2003

* Temmuz dolunayı ve bedava zevkler

"Hayattaki en iyi şeyler bedavadır" isminde bir yabancı şarkı dinlemiştim bir zamanlar...

Gerçekten de nefes almak, gün batımını izlemek, bizleri çevreleyen doğanın, inceledikçe birer mucize olduğunu anlayabileceğimiz, ama kendimize kurduğumuz o ben-merkezci dünyalarımızda, bizlerce görülmeye alışıldıkça önemlerini de kaybetmiş onca güzelliğini algılamak da hem muhteşem hem de bedava değil miydi? Bedava olan şeyleri düşündükçe insan, aslında onların en çok ihtiyaç duyduğumuz, hemen herkesçe sevilen muhteşem duygular yarattığını anlayabiliyor.

İşte ılık bir yaz gecesi, Temmuz dolunayının aydınlattığı denizdeki hoş dalgalanmaların içinde kaybolurken bunlar gelmişti aklıma... Aşağıdaki yazıda harika bir hayat dersini bizlerle paylaşan bir insanın sözlerini de bu nedenle paylaşmak istedim.

Maddi hedefler peşinde koşarken, yaşamın sunduğu bedava zevkleri ihmal etmediğimiz bir hayat dilerim...



Hayata iyi bakın

Blueman

"İster genç olun ister yaşlı yaşınızla barışık değilseniz ihtiyarsınız demektir. Çok genç ölen yaşlılar olduğu gibi ihtiyar doğanlar da vardır. Üniversitelerimizde yaptığım söyleşilerde bana en çok para hakkında soru sorulur. Herhalde iş adamı olduğum için. Ben, ''paranın iki kişiliği vardır'' derim. Birincisi para bir değiş tokuş aracıdır. Para verip yiyecek, giyecek, ev, bark, hatta sağlık satın alabilirsiniz. İkincisi ile gelecek korkusunu yenersiniz. ''Yaşlılığımda çaresiz, muhtaç, perişan kalmam çünkü kötü gün paramı bir kenara ayırdım dersiniz. Ama para ötesi para-üstü bir konu daha vardır bunu parayla satın alamazsınız.
Bunun adı zevk ve keyiftir. Zevk almak, keyif duymak ancak KÜLTÜR ile mümkündür. Resimden zevk almak için sergiler bedava, müzik, kaset ve diskler üç otuz para. Ayrıca konserler de pahalı değil. Tiyatrolar hamburger fiyatına... Aşk ve sevgi zaten bedelsiz. Güneşin batışından, denizin hışırtısından ya da bir satranç oyunundan zevk alabiliyorsanız güneşi kaç paraya batırabilirsiniz? Denizi hışırdatmanın fiyatı nedir? Kalenizle bedavaya şah çekebilirsiniz. Yaşlılığınız için biriktireceğiniz kötü gün parası kadar belki ondan da önemli olan bu zevkler ve mutluluklardır. Bunlara sahip olmak ancak kültürle mümkündür. Para kazanmaya emek verdiğiniz kadar kültür edinmeye de emek verin. Yaşlılar ölüme daha yakın derler. Ama ölüm nüfus kağıdı sormuyor.
Şimdiki tutkulu projem, bir ceviz ormanı yetiştirmek. Fidanları dikmeye başladım bile. Ceviz fidanı 8 yıl sonra ağaç olup ceviz verirmis. Şimdi 76 yaşındayım, yani 84 yaşımda ceviz kıracağım. Bu kez kendi cevizlerimi..."

İshak Alaton

14.07.2003

* "Aslında biz...

...kaybettiklerimiziz."

Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez İnarritu'nun "Amores Perros" (Paramparça Aşklar ve Köpekler) adlı filminden.



Hayata iyi bakın

Blueman

14.07.2003

* Identity...Yakında sinemalarda

İlk dakikalarından itibaren izleyeni saran, şaşırtıcı, sonlara doğru temposu giderek artan, eli yüzü düzgün, izleyicinin zekasına hitap eden ve izlerken sürekli senaryo hakkında kafa yormasını sağlayan, bazı kısımları "10 Küçük Zenci" tadında bir gerilim filmi...

Son zamanlarda hiçbir filmde 5 dakika içinde gelişen olaylar karşısında bu kadar fazla şaşırıp da "haydaaaaa" dememiştim...



Hayata iyi bakın

Blueman

07.07.2003

* Büyülü çemberlerimiz

"İnsan büyülü bir çember çiziyor kendisine ve kendi gizli oyunlarına uymayan herşeyi bu çemberin dışında bırakıyor. Yaşam, bu çemberi aştığı zaman, oyunlar küçük, karanlık ve gülünç oluyor. O zaman kişi, yeni çemberler çiziyor ve kendisine yeni bir sığınak kuruyor."

Ünlü İsveç'li yönetmen Ingmar Bergman'ın "Aynadaki Gibi" filminden...


Hayata iyi bakın

Blueman

07.07.2003

11.9.07

* Hayallerimiz

"Adamın biri, her mehtaplı gecede alır başını deniz kıyısına gidermiş.
Dönüşünde sorarlarmış : "Ne gördün?"
"Dünya güzeli deniz kızları gördüm, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlardı" dermiş hep.
Bir gece yine tek başına deniz kıyısına vardığında, gerçekten dünya güzeli deniz kızları görmüş,
altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlarmış.
Döndüğünde yine sormuşlar :
"Ne gördün?"
"Hiç" demiş, "Hiçbir şey..."



Oscar Wilde'ın yukarıdaki harika öyküsünü ilk okuduğumda ortaokuldaydım ve ne demek istediğini anlamamıştım.
Daha sonra unutmuşum.
Yıllar sonra Haldun Taner'in bir sözü bana öyküyü hem hatırlattı hem de ne demek istediğini çok çarpıcı bir şekilde gösterdi. Şöyleydi söz :
"Bir hayalin gerçek olması kadar hayal kırıcı bir şey yoktur."
Daha sonraları ise bu bu tema pek çok edebi eserde karşıma çıktı.
Örneğin Simyacı'da. Hâlâ okumamış olan var mı bilmiyorum ama hatırlarsanız orada bütün yaşamı boyunca tek hayali para biriktirip Mekke'ye hacca gitmek olan bir dükkan sahibi vardı.
Adam artık gerekli parayı fazlasıyla biriktirmiş olduğu halde bir türlü gitmiyordu. Bu hayalın kendisini yaşama bağlayan çok önemli bir bağ olduğunu düşünüyor ve onun gerçekleşmesi halinde bu önemli bağı yitireceğinden korkuyordu. Haklıydı aslında.
Düşünüyorum da hepimizin böyle hayalleri var mutluluğumuzu bağladığımız, gerçekleşene kadar yaşamı sanki ertelediğimiz.
Acaba hiç düşünüyor muyuz bu istediğimiz her neyse, gerçekleştiğinde iyi mi olacak? Bir düşünürün hep aklımda tuttuğum bir sözü vardır :
"Bütün dualarımı kabul etmediği için Tanrı'ya şükrediyorum"
Belki de daha az üzülmeliyiz gerçekleşmeyen hayallerimiz için.
Belki de aslında sevinmemiz, mutlu olmamız gereken bir şey için gözyaşları döküyoruzdur.
Belki de olaylara bir de bu açıdan bakmayı artık öğrenmeliyiz...
Yalnız hakkınızda hayırlı olan hayallerinizin gerçekleşmesi dileğiyle... "

Kimin yazdığını bilmediğim bu yazıyı, hayatın getirdiği fırsat ve sıkıntıları olumlu şekilde kullanabilme dileklerimle paylaşmak istedim.

Hayata iyi bakın

Blueman

01.05.2003

* Çocukken

Çocuk aklımızla bazı şeyleri bir şey sanırız da, yıllar sonra aslında onun aslında başka bir şey olduğunu anlarız ya...
İşin aslını öğrendiğimizde kendi kendimize dumur oluruz.
Öğrendiğimiz her gerçek, çocukluğa bir vedadır aslında... Giderek gerçek hayatı öğrenirken, o çocuk masumiyetine, çocuk algılarımızın yarattığı o hayal dünyasına da veda ederiz yavaş yavaş...
İşte Bülent arkadaşımın gönderdiği aşağıdaki derleme bana bunları düşündürttü...

"Bir yaz Yalova'ya giderken annem "bak zeytin ağaçları" demişti, ben de "arkasındakiler de peynir ağacı mı?" demiştim, bizimkiler kopmuştu, nerden bilecem o zamanlar peynirin ağaçta yetişmediğini...
Ben küçükken çok salaktım. Edip Akbayram'in ismini Edi zannederdim. Yani o, benim içın "Edi Pakbayram"dı.
Ablama, "Nasıl olup da koca bir günü canın sıkılmadan evde oturarak geçiriyorsun?" demiştim. "Büyüyünce insanın canı sokakta oynamak istemez ki" cevabını vermişti. Uzunca bir süre büyüyüp büyümediğimi anlamak için kendime, "Canın sokakta oynamayı istiyor mu?" diye sormuştum.
Annem erkeğin cinsel organını "pipi" kadınınkini "kutu" olarak tanımlamıştı. O zamanlar TRT'de Cenk Koray'ın sunduğu "Tele Kutu" diye bir yarışma vardı. Yarışmacılar, "Hayır Cenk Bey. Ben kutumu açmak istiyorum" deyince koşarak odadan kaçardım.
Sabahları kalktığımda aklımın hâlâ yerinde olup olmadığını anlamak için 2+2, 3+4 gibi küçük toplama işlemleri yapardım. Sonuçlar doğru olunca da çok sevinirdim.
Dedemle parka gittiğimiz bir gün TRT'ciler çekim için oradaydı. Beni oynarken çektiler. Yayın günü bizim aile jeneriğinde gözüktügüm çocuk programını izlemek için televizyon başına geçti. Kendimi ekranda görünce, "Beni niye parkta unuttunuuuz?" diye gözyaşlarına boğulmuştum.
"Geri vites" kavramım yoktu. Şöför, kolunu koltuğa atıp arkaya doğru bakınca araba otomatikman geri geri gidiyor zannederdim.
Benden büyük kuzenlerim dondurmacıların dondurma külahlarının sivri kısmıyla kulaklarını karıştırdığını söylemişti. İnanmıştım. Hâlâ da külahların sivri kısımlarını yemem. Çöpe atarım.
Babaannem bir gün ölürse sevdiğim dizilerin olmadığı bir gün ölsün istiyordum.
Abimle Karaoğlancılık oynardık. O Karaoğlan olurdu, beni de Bizans askeri yapardı. Sonra evire çevire döverdi. Çok mühim bir şey yaptığımı sandığım için canım yansa bile hiç sesimi çıkarmazdim.
Yeşil ve siyah zeytinin ayrı ağaçlarda yetiştiğini sanırdım.
Bulmacalardaki, "Annenin erkek kardeşi" kısmına dayımın beş harfli ismini sığdırmaya çalışırdım.
Anaokulunda patates baskısı yapmayı öğrenmiştik. O kadar hoşuma gitmişti ki, evde duvarlara, masa örtülerine filan basmıştım. Ancak sanat merakım annemin yeni aldığı beyaz eteğe patatesi yapıştırmamla son bulmuştu. Hem gönlünü almak hem de el koyduğu patateslerime kavuşmak için dahiyane bir fikirle öğretmenimin yanına gittim. "Annem" yazısını patatese oydurttum. Sevinçle eve gelerek soyundum. Renkli boyalara batırdığım patatesi vücudumun her tarafına bastım. Sonra da annemin karşısına geçtim. Beni o halde görünce ağlamaya başlamıştı.
Madonna ile Maradona'yı kardeş zannederdim. Kendi kendime, "Bunların babası ne şanslı be. Bir çocuğu futbolun kralı, öbürü müziğin kraliçesi" derdim.
Birinden özür dilediğim zaman Allah'ın bana bir özür vereceğini sanırdım. Sakat olacağımı düsünüp hemen "dilediğim özürü" geri alırdım.
Kurban Bayramı'nda toplanan derilerden uçak yapıldığını sanırdım. Uçakların dış yüzeyinin bu derilerle kaplandığı için Türk Hava Kurumu'nun topladığını düşünüyordum. Uçak kaçırma filmlerinde silahla ateş edildiğinde ya da bomba patladığında, "Ayyy! Deri delindi!" derdim.
"Gil" diye konuşanları fakir zannederdim.
Annem banyodan çıktıktan sonra babamın söylediği, "Sıhhatler olsun" lafını "Saatler olsun" diye anlardım. Bunun da, "Banyoda amma çok kaldın" gibi bir şey demek olduğunu sanıp babamın anneme kızdığını düşünürdüm. Annemin buna karşın niye sadece, "Sağol" dediğini merak ederdim. "Ne kibar kadın, babam kızsa da hiç muhatap olmuyor" diyerek anneme hayran, babama kıl olurdum."

Biraz da ben katkıda bulunayım:

Bir arkadaşım küçükken "yumurta"ya "danmandi" dermiş... Yıllar sonra Bangladeş'e gidip gelirken Dhanmandi'nin orada bir şehir olduğunu öğrendiğimde arkadaşımın bir önceki hayatında Bangladeş'teki bu şehirde yaşadığını ve yumurta ile ilgili bir anısının şimdiki hayatına ufak bir tortu olarak kaldığını düşünmeden edememiştim.

Yine aynı arkadaşım evde iş yapan annesine gidip "Anne insanlar balık yer mi?" diye sorar, "Evet" yanıtı alıp bir süre ortadan kaybolduktan sonra tekrar döner ve "Anne balıklar insan yer mi?" diye sorarmış. Annesi yine "Evet" yanıtını verip çocuğun merakını giderir, ama 5 dakika sonra "Anne peki insanlar balık yer mi?" sorusu tekrar gelir ve bu döngü akşama kadar devam ettiği için sonunda anne yılgın düşermiş.

Buna benzer çocukluk anılarınızı paylaşırsanız sevinirim.

Hayata iyi bakın

Blueman

19.04.2003

* Kendim

"Genç ve hür iken, düşlerim sonsuzken, dünyayı değiştirmek isterdim.
Yaşlanıp akıllanınca dünyanın değişmeyeceğini anladım. Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim. Ama o da değişeceğe benzemiyordu.
İyice yaşlandığımda, artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim. Ama maalesef bunu da kabul ettiremedim.
Ve şimdi ölüm döşeğinde yatarken birden farkettim ki önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim. Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla, memleketimi daha ileriye götürebilirdim.
Kimbilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim."

Olumlu değişimlerle dolu bir haftasonu ve hayat dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

18.04.2003

* Erkekleri anlama rehberi

Aşağıdaki maddeler, bir erkek tarafından yazıldığından pek objektif sayılamasa ve üstelik biraz da dalgasına yazılmışsa da, içinde çok önemli ipuçları olduğunu ve gerçek hayatta kadın-erkek arasındaki pek çok ufak/büyük anlaşmazlığın derinlerinde bir yerlerde şu aşağıda sayılan maddelerden birkaçının da bulunduğunu pek yadsıyamayız büyük ihtimalle...

Hayata iyi bakın

Blueman

"Bütün Kadınlara..
1. Eğer şişmanladığınızı düşünüyorsanız büyük ihtimalle şişmanlamışsındır zaten, bize sormayın, cevap vermeyi reddediyoruz.
2. Eğer bir şey istiyorsanız sormanız yeterli. Bi şeyi açıklığa kavuşturalım. Biz erkekler öyle farklı anlamlar taşıyan dolaylı soruları anlamayız. Ne istiyorsanız doğrudan söyleyin.
3. Eğer aslında cevap beklemediğiniz bir soru sorduğunuzda duymak istemediğiniz bir cevap alırsanız sakın şaşırıp kızmayın.
4. Biz erkekler basitizdir. Mesela sizden ekmeği getirmenizi istiyorsak,aslında ekmeği getirmenizi istiyoruzdur. Bundan ekmek masada değil diye bir iğneleme yaptığımız sonucunu çıkarmayın. Bunda ne bir dolaylı anlam ne de bir iğneleme var.
5. Sizi düşünmediğimiz zamanlar da olabilir. Bu kötü bir şey değil, buna alışmalısınız. Bize ne düşündüğümüzü sakın sormayın, çünkü bu bizim için sizin politika, ekonomi, felsefe, futbol, kafa çekmek, göğüsler, kalçalar ve arabalar hakkında muhabbet edebileceğinizi gösterir, ama edemezsiniz.
6. Cuma + Cumartesi + Pazar = Bol bol yemek yemek = Arkadaşlarla muhabbet , Futbol ,Bira. Bizden başka bir şey beklemeyin. İster deprem, ister yangın, ister sel, ister dolunay olsun bizim için hafta sonları budur.
7. Alışveriş yapmak zevkli değildir ve asla da olmayacak.
8. Bir yere gittiğimizde, hangi kıyafeti giyerseniz giyin,size çok yakışıyor, yemin ederiz, o yüzden bir daha sormayın.
9.Yeteri kadar ayakkabınız ve elbiseniz var. Bizi iflas ettirmek bir sevgi gösterisi değildir.
10. Erkeklerin çoğunun en fazla 3 çift ayakkabısı vardır. Tekrar ediyoruz, biz basitiz. O yüzden 30 çift ayakkabınızdan hangisinin kıyafetinize uyacağını sormayın, bilmiyoruz.
11. Evet ya da hayır gibi cevaplar yeterlidir, soru ne olursa olsun. Başka anlamlar aramayın, evet ya da hayır işte.
12. Bir problemin olduğunda benden sorunu çözmek için yardım iste. Bizden sizinle aynı üzüntüyü çekmemizi beklemeyin, o sizin kız arkadaşlarınızın işi.
13. 8 hafta süren baş ağrıları baş ağrısı olamaz, bir doktora gidin.
14. Eğer 2 değişik şekilde anlayabileceğiniz bir şey söylemişsek ve bunlardan biri kötü ve sizi üzecekse, kesinlikle öbür anlamında söylemişizdir, boşuna bizi sıkıntıya sokmayın.
15. Erkekler sadece 16 renk görürler. Şampanya bir renk değil bir içkidir.
16. Siz el çantalarını ne kadar seviyorsanız biz de birayı o kadar seviyoruz. Bunu anlamanızı beklemiyoruz çünkü biz de sizinkini anlamıyoruz.
17. Size neyiniz var diye sorduğumuzda hiç bir şeyim yok derseniz size inanırız, bizim için olay bitmiştir. O yüzden bir şeyiniz varsa doğrudan söyleyin.
18. Beni seviyor musun diye sormayın. Emin olun ki sevmesek yanınızda 1 saniye bile durmayız.
19. En karmaşık durumda bile bizim için temel kural şudur: En kolayını seç. Bizden komplike şeyler beklemeyin."

04.04.2003

* Mart dolunayı

Bahar kapımızda...

Mart dolunayı, ayazlı gecelerimizi aydınlatıp, aşk ve sevgi dolu güzelliklerle dolu nice bahar ve yaz dolunayının hayalini bağışlayacak bizlere...

Oysa bazı insanlar, dolunayın geceleri güzelleştiren ışıltısında, bencillik dolu gözleriyle masum insanların başlarına yıkacakları binaları daha iyi görebilme ve hedefi daha iyi vurma planları yapıyor...

Dolunay sabaha karşı ufuktan batarken, insanlığın yüzü de onunla beraber, ama utanç ve kan ile kızaracak...

Ne yazık?



Hayata (yine de) iyi bakın

Blueman

15.03.2003

* Kadınlar

Kadınları anlamak ve onlarla birlikte daha da güzel bir hayat için duyarlı bir sese kulak verelim yine...

Can Dündar yine yüreklerimize hitap etmiş...

"Bir kadın çocuktur aslında.
Çocuk gibi davranmayı sever.
Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister.
Bir çocuğu okşar gibi, incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını.
Ama her kadın, çocukça da olsa, dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.
Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz,
Ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında.
Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.
Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez.
İster ki erkeğin gücü kendisine huzur versin.
Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler.
Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir,
Hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir.
Ancak kadını gücünü göstermek istediğinde, onu engelleyemezsiniz.
Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgilidir aslında.
İçinde her zaman sevgiyi taşır.
Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kıramaz.
Zor sever ama tam sever.
Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.
Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.
Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz.
Ancak beyninde yer etmemişseniz, her an terk edilebilirsiniz.
Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette.
Bunun nedeni ise engelleyemedikleri "acımak" duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında.
Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.
Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.
O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.
Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.
Yalnızlık onun sığınağıdır.
O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.
Sığınaktayken, oradan çıkmaya zorlarsanız, onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın çılgındır aslında.
Neler yapabileceğini, erkek aklı hayal bile edemez.
Yaratıcılığının sınırı yoktur.
Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler.
Hoyratça harcamaz yaratıcılığını.
Sadece erkeğine saklar.
Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz, çok şanslısınız demektir.
Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.

Bir kadın hayattır aslında.
Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor.
Yemek yemek, şu içmek bile.
Bir kadının elinden içtiğiniz suyla, kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?
Anlıyorsanız ne mutlu size.
Anlamıyorsanız, ne yazık ki yaşamıyorsunuz."

CAN DÜNDAR

Hayata iyi bakın

Blueman

15.03.2003

* Bir yaşlının bakış açısı

Bir gün bizler de yaşlanıp aşağıdaki hikayede anlatılan bilgelik seviyesine ulaşacağız belki de...

Belki de bunu görebilmek için yaşlanmayı beklemeye gerek yoktur...

Hikayeyi gönderdiğin için teşekkürler Sadun...

Hayata iyi bakın

Blueman

"92 yaşında, ufak tefek, kendinden emin ve gururlu, her sabah 8'de uyanıp kuşanan, her ne kadar gözleri görmese bile saçlarını kıvırıp makyajını mükemmelce yapan yaşlı kadın, bugün bir huzur evine taşındı. 70 yaşındaki kocası ise geçenlerde Allah’ın rahmetine kavuşmuştu.
Huzur evinin kapısında sabırla beklenen birkaç saatin ardından, odasının hazır olduğu söylendiğinde tatlı tatlı gülümsedi. Yürütecini asansöre yönlendirdiği sırada, kendisine odasını anlatmaya başladım, penceresinde asılı perdelerden de söz ettim. Ben anlatırken, az önce kendisine köpek yavrusu verilmiş 8 yaşındaki küçük bir kızın heyecanıyla "O perdeleri pek severim" dedi.
"Mrs. Jones henüz odayı görmediniz, biraz bekleyin" demiştim ki
"Bunun onunla bir ilgisi yok" dedi.
"Mutluluk zamandan önce karar verdiğiniz bir şeydir. Benim odadan hoşlanıp hoşlanmamam mobilyaların nasıl düzenlenmiş olduğuyla değil, benim onları zihnimde nasıl düzenlediğimle ilgilidir. Ben onları sevmeye karar vermiştim zaten"
Bu benim her sabah uyandığımda verdiğim bir karardır
Bir seçme hakkım var:
Ya bütün günümü artık çalışmayan vücut parçalarımın bana verdiği sıkıntıyı düşünerek geçiririm ya da yataktan çıkıp hala çalışanlar için şükrederim.
Gözlerim açık olduğu sürece her yeni gün bir hediyedir.
Yeni güne ve hayatımın sadece bu döneminde, biriktirdiğim mutlu anılara konsantre olacağım.
Yaşlılık banka hesabı gibidir. Ne yatırdıysan onu çekersin hesabından.
Bu nedenle benim tavsiyem, hatıraların banka hesabına dolu dolu mutluluk yatırman olacaktır.
Anı bankamı doldurmaktaki katkın için sana teşekkür ederim.
Hala oradan mutluluk çekiyorum.
Mutlu olmak için şu beş basit kuralı hatırla:
1. Kalbini nefretten arındır.
2. Zihnini endişelerden arındır.
3. Basit yaşa.
4. Çok ver.
5. Daha az bekle.
Ve ailen,
Eğer yarın ölecek olsak çalıştığımız şirket daha birkaç gün bile olmadan yerimizi dolduruverir. Oysaki ardımızda bıraktığımız ailemiz bizim kaybımızı ömürlerinin sonuna dek hissedecektir."

07.03.2003

* Filler ve kutup ayıları

Aşağıdaki metnin yazarı belirtilmemiş...

Acaba yapılan benzetmeler gerçekçi mi? Ne dersiniz?

"FİLLER VE KUTUP AYILARI

Kutuplarda ayı avcıları ayı avlamak için buzlaşmış karların içine jilet gibi keskin baltayı yerleştirir, keskin tarafının üzerine kan sürerlermiş. Ayı gelip kanı yalarken kendi dili de kesilirmiş. Ama kanın tadından dilin acısını fark edemezmiş. Kendi kanını yalamaya başlarmış. Damarlarındaki kan tükenince olduğu yere yığılır kalırmış. Avcı da gelip derisini yüzermiş. Kurşunla vurursa ayının postu delindiğinden fazla para etmediği için bu yolu denermiş. Doların bir gecede ikiye katlanması neticesinde "bu gece şu kadar milyar veya trilyon kazandım" diyen adam aslında kendi ülkesinin kanını emerek kendisini tüketiyor.


Filler çok geniş vadilerde yaşasalar bile her gün kullandıkları yoldan gidip gelirlermiş. Fil avcıları da fillerin geçeceği yolu derince kazarlar üzerini ince bir tabakayla örterler ve en önde yürüyen filin o kazılan çukura düşmesini sağlarlarmış. Fil avcıları siyah elbiseler içerisinde, yüzleri kapalı olarak gelir, çukurda çırpınan fili kırbaçla dövmeye başlarlarmış . Birkaç gün hiç yiyecek vermezlermiş. Birkaç gün sonra aynı avcılar, beyaz elbiseler içinde filin sevdiği yiyeceklerle gelirler ve filin karnını doyururlar ve hortumunu, yüzünü gözünü okşarlarmış. Avcılar, fili kendilerine alıştırdıktan sonra çukurun önünü kazarak fili oradan çıkarırlar ve filin hortumundan tutarak kendi fil damlarına götürürler ve ölünceye kadar fili işlerinde kullanırlarmış.


Ben, bu av hikayesini her duyuşumda Türk milletini avlamak isteyen ve batının çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen avcı insanlar hatırıma gelir. Önce insanımızı cehalet çukuruna düşürüyorlar. Bin türlü bahanelerle okumalarını engelliyorlar. Sonra cebindeki parasını pul eyliyorlar, efendi iken köle, zenginken fakir, azizken zelil, şerefli iken hakir haline getiriyorlar sonra yeni yepyeni ve ak pak bir makyajla karşılarına geçip kurtarıcı rolünü üslenerek kafeslemeye çalışıyorlar."

Hayata iyi bakın

Blueman

06.03.2003