Dolunay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dolunay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17.3.14

Mart dolunayı

Mart 2014 dolunayı yağmur bulutları ardında olsa da çok güzel... Kara bulutların ardındaki umut ışığı o...

“Tanrı bunu niçin yapmıştı? Geceler uykuya, bilinçsizliğe, dinlenişe, unutuşa ayrıldığına göre, onu gündüzlerden daha güzel, şafaklardan, akşamlardan daha hoş yapmak niçindi, sonra niçin bu ağır, bu baştan çıkarıcı, bu güneşten daha şiirli, bu böylesine kapalı olduğu için gün ışığıyla aydınlatılamayacak kadar ince ve gizemli şeyleri aydınlatmaya adanmışa benzeyen bu yıldız gelip de karanlıkları böylesine saydamlaştırıyordu?
Niçin şarkıcı kuşların en ustası ötekiler gibi dinlenmiyordu da heyecan veren gecede şakıyordu?
Dünyanın üstüne atılan bu yarı perde nedendi? Bu yürek titreyişleri, bu ruh coşkusu, bedenin böyle gevşeyiverişi nedendi?
Yataklarında yattıklarına göre insanların hiç de görmedikleri bu güzellik, çekicilik bolluğu nedendi?
Bu ulu görünüm, gökyüzünden yeryüzüne serpilmiş şiir bolluğu kimin içindi?”
Guy de Maupassant'ın "Ay Işığı" adlı kitabındaki aynı adlı hikayeden

"Ay Işığı" öykü alanında dünya edebiyatına damgasını vurmuş olan Fransız yazar Guy de Maupassant'nın on dört öyküsünden oluşan bir derleme.
Edebiyat yaşamına Flaubert'in çırağı olarak başlayan Maupassant, benzerine az rastlanır gözlem gücü, küçük ayrıntıları değerlendirme ustalığı ve doğrudan söylenenin gerisindeki ince alayla kaleme aldığı eserleriyle öykü türünü adeta yeniden tanımlamış. Olaylara, nesnelere hep dışarıdan bakan, okuru çok değişik çevrelerde, çok değişik insanlar arasında dolaştıran yazarın öykülerinin büyük çoğunluğu okuru hep derin bir gerçeklik duygusu içinde gülümsetiyor ya da ürpertiyor. Yazar, sıradan insanların yaşamındaki küçük dramlardan ve onların zihinlerini meşgul eden gündelik sorunlardan ironi dolu çarpıcı hikâyeler çıkarıyor.
Özlü, güçlü, keskin, ekonomik anlatımla güçlendirdiği gerçekçiliği ve kurgudaki ustalığıyla öykü türüne yeni bir anlayış getiren yazarın bu derlemesi Türkçe'nin usta kalemlerinden Tahsin Yücel'in çevirisiyle okurlara sunulmuş.

kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısından


Hayata iyi bakın

Blueman

16.03.2014


15.1.14

Kasım dolunayı

".... Bekledim. Sonunda Dreamer sessizliği bozdu: 'Bak dolunay çıktı' derken çenesiyle de aya doğru bir işaret yaptı. 'Bir kişi yaşamı boyunca bin kez dolunay görebilir, fakat yaşamının sonunda büyük olasılıkla bir kez bile seyretmeye yeterli zamanı olmamış olacaktır.
Ki ay senin dışında. Bir de bir insanın kendisini gözlemesinin, dikkatinin yönünü değiştirmesinin ne kadar daha güç olacağını düşün. Öz gözlemleme, düşleme sanatının yalnızca başlangıcıdır.'..."

Stefano Elio D'Anna - "Tanrılar Okulu" kitabından

Hayata iyi bakın

Blueman

22.11.2009

Ağustos dolunayı


 


04.08.'de dolunay halindeki ay, takip eden her akşam biraz daha küçülerek ve biraz daha geç kalarak gökyüzünde kendini göstermeye devam ediyor. Işığı her gün biraz daha azalıyor, ama hala aydınlatmaya devam ediyor. Ta ki 28 günlük döngüsünün ikinci yarısını tamamlayıp gökyüzünde artık bir süre görünmeyeceği, sonra da yerini yeni bir döngüye bırakacağı güne kadar...
Bu döngüyü insan ömrüne benzettiğimde fark ettim ki insanın gençlik ve tecrübe olarak bakıldığında en optimum noktada olduğu yaş, yolun yarısı olan (eskiden 35 idi) 40 veya 45 (artık kişi ne kabul ediyorsa)... Tıpkı bir dolunay gibi pırıl pırıl, hem hala genç, hem tecrübeli... Bundan sonraki yarıda tecrübe artarken, gençlik azalan bir eğri çizecek... Ta ki bir süreliğine kaybolup, yeni bir döngüye başlayana dek...

Hayata iyi bakın

Blueman

12.09.2009

27.12.07

Aralık dolunayı - "Başlayan herşey...

... biter."

Seneca




Hayata iyi bakin

Blueman

27.12.2007

30.11.07

* Ekim dolunayı ve çılgın dünya

Geçenlerde bir kez daha seyredip yine bir süre etkisinden çıkamadığım “Donnie Darko” filminden hüzünlü bir şarkının sözleri... Tears For Fears grubundan 80’lere ait bir şarkı, ama filmdeki bu hüzünlü ve oldukça etkili yorumu Gary Jules’e ait.



All around me are familiar faces Her yanımda tanıdık yüzler
Worn out places Yıpranmış yerler
Worn out faces Yorgun yüzler
Bright and early for the daily races Günlük yarışlar için aydınlık ve erken
Going nowhere “Hiçbir yere” gidiyorlar
Going nowhere “Hiçbir yere” gidiyorlar
Their tears are filling up their glasses Gözyaşları gözlüklerini dolduruyor
No expression Hiçbir ifade yok
No expression Hiçbir ifade yok
Hide my head I wanna drown my sorrow Başımı saklıyorum kederimde boğulmak istiyorum
No tomorrow Yarın yok
No tomorrow Yarın yok
And I find it kind of funny Ve bunu biraz eğlenceli
I find it kind of sad Biraz hüzünlü buluyorum
The dreams in which I’m dying are the best I’ve ever had Öldüğümü gördüğüm rüyalar şimdiye kadar gördüğüm en iyi rüyalar
I find it hard to tell you Sana bunu söylemekte zorlanıyorum
I find it hard to take Bunu yüklenmekte zorlanıyorum
When people run in circles it’s a very very İnsanlar dönüp dolaşıp aynı yere geldiklerinde
Mad world Bu çok çılgın bir dünya
Mad world Bu çok çılgın bir dünya

Children waiting for the day they feel good Kendilerini iyi hissettikleri günü bekleyen çocuklar
Happy birthday İyi ki doğdun
Happy birthday İyi ki doğdun
And I feel the way that every child should Tıpkı her çocuğun hissetmesi gerektiği gibi hissediyorum
Sit and listen Otur ve dinle
Sit and listen Otur ve dinle
Went to school and I was very nervous Okula gittim ve çok gergindim
No one knew me Kimse beni tanımıyordu
No one knew me Kimse beni tanımıyordu
Hello teacher tell me what’s my lesson Merhaba öğretmenim bana dersimi öğret
Look right through me Benim içime doğru bak
Look right through me Benim içime doğru bak
And I find it kind of funny Ve bunu biraz eğlenceli
I find it kind of sad Biraz hüzünlü buluyorum
The dreams in which I’m dying are the best I’ve ever had Öldüğümü gördüğüm rüyalar şimdiye kadar gördüğüm en iyi rüyalar
I find it hard to tell you Sana bunu söylemekte zorlanıyorum
I find it hard to take Bunu yüklenmekte zorlanıyorum
When people run in circles it’s a very very İnsanlar dönüp dolaşıp aynı yere geldiklerinde
Mad world Bu çok çılgın bir dünya
Mad world Bu çok çılgın bir dünya
Illogical world Mantıksız dünya
Mad world Çılgın dünya

Şarkının sözleri bu çılgın gündemli günlerde kafamda uçuşuyor parça parça. Ekim ayının renkten renge giren aydınlık sabahlarında, günlük yarışları içinde yorgun yüzler görüyorum. “Hiçbir” yere giden gencecik insanları duyuyorum. Gözyaşlarını içine akıtan “ifadesiz” yüzler görüyorum bazen. Sanki “başını saklamak ve kederinde boğulmak isteyen” insanlar... “Yarın”ı olmayanlar. Onlar sayesinde “günlük yarışlar”ına devam edebilenler ve onların ifadesiz yüzleri. Tüm bunlara sebep olan, sadece bencil hedeflerini önemseyen, insanlıktan çıkmış, çıkarcı insanlar. Güçsüz ve korkak, ama mevki sahibi insanlar... Ne olup bittiğinden haberi bile olmayan sıradan saf insanlar. Bir hiç uğruna 20’li yaşlarda veda edilen bir “çılgın dünya”...



Ekim dolunayı bunları karanlıkta bırak.

Sevgiyi, güzelliği ve hoşgörüyu, ümidi aydınlat.

Bu “çılgın dünya” daha da çılgınlaşmasın.

Hayata iyi bakın

Blueman

25.10.2007

* Eylül dolunayı ve Horus'un gözü

Dün akşam son anda çıkan acil bir iş olmasa zamanında çıkıp eve gidecek ve onunla göz göze gelemeden evdeki gündelik işlerine veya televizyonda bir diziye dalıp gidecekti. Bu beklenmedik fazla mesai ve ofisten normalden daha geç saatte çıkması ve tam anlamıyla çılgın bir trafik keşmekeşinin ortasına düşmesi sonucu Üsküdar’a geçen Beşiktaş motorlarından birine kapağı atması da güneşin batı ufkunda kaybolup gökyüzünün o tarafta tatlı bir kızıllığa, doğu tarafında ise lacivert bir tona doğru kaymasına denk gelmişti. Trafikte geçen sıkıntılı bir saatin sonunda denize kavuşmanın rahatlatıcı etkisi onu doğu ufkunda hafifçe yükselmiş, ama henüz sarı rengini tam olarak kaybetmemiş halde parıldarken gördüğünde bir coşkuya dönüştü. Bu gece geçen aya nazaran sanki daha büyük, aydınlık ve üzerindeki şekiller daha netti. Uzun zamandır birbirlerini görmeyen ve aniden karşılaşıveren iki dost gibi gözlerinin içi gülerek baktılar birbirlerine. Denizden esen ılık Eylül akşamı esintisi ve adeta bir köşe başını döner dönmez aniden yüzyüze geldiği bu beklenmedik muhteşem aydınlık sanki bir mengeneden salıverilmek, bunaltıcı bir sıcakta serin bir suya dalıvermek gibi ruhunu ferahlattı.

Motor manevra yapıp karşı kıyıya doğru yola koyulduğunda dalgaların üzerinde salınmaya başlayan teknenin en önünde tek başına ve gözlerini bu çok özlediği aydınlıktan alamayarak dikildiğinde yüzüne vurmaya başlayan iyot kokulu esintiyi burnundan ciğerlerine doğru akıttı. Takip eden birkaç dakikalık süre içinde saniyelerin birbirini takibi yavaşladı, dalgalar üzerindeki salınım daha da ağırlaştı. Karşı kıyıya yapılan kısa yolculuk, farklı bir zaman kavramında bir iç yolculuğa dönüştü. Çok uzaklarda U2’nun “Staring at the Sun” şarkısının nakarat kısmı hayal meyal duyuluyordu:

You're not the only one staring at the sun Güneşe bakan tek kişi sen değilsin
Afraid of what you'd fınd if you stepped back inside Eğer içeri geri adım atsaydın bulacaklarından korkanNot just deaf and dumb I'm staring at the sun Sağır ve aptal değilim, güneşe doğru bakıyorumNot the only one who's happy to go blind Kör olmaktan dolayı mutlu olan tek kişi değilim
Eski Mısır’da Isis ile Osiris’in oğlu Horus gök tanrısıydı ve sık sık bir gözle, şahin kafasıyla veya atmaca kanatlı bir yıldız diskiyle tasvir edilirdi. Horus sembolizmde genellikle, İlahi Yasalar’ın insanda vicdan tarzında belirmesini simgelerdi. Şahin kafalı Horus’un yırtıcı kuşların keskin bakışıyla tasvir edilmesi, kişinin hiçbir hareketini gözünden kaçırmayan bir ilah oluşunu, yanı vicdanın gözünden hiçbir şeyin kaçmayacağını ve insanın iç dünyasındaki hiçbir niyetini, sosyal yaşamındaki hiçbir hareketini gözden kaçırmayan merhametsiz yargıcın keskin bakışını simgelerdi. Bu, yasaların şaşmadan uygulanmasını gözeten, kişiden özellikle öte-alemde hesap soran vicdanın ifade edilişiydi. Günde yirmi dört saat uyanık ve gözleri hep açık olmalıydı; çünkü hem yasaların kıl kadar şaşmadan uygulanmasını sağlamakta, hem de ilah Seth (‘nefsaniyet’i ve kötülüğü simgeleyen ilah) ile mücadele etmekteydi. Bu yüzden Güneş ve Ay Horus’un gözleri olarak ifade edilirdi. Çünkü Güneş ve Ay’ın her ikisi nöbetleşe, gece ve gündüz insanın üzerinden eksik olmazdı, tıpkı Horus’un 24 saat açık kalan gözleri gibi... ( http://tr.wikipedia.org/wiki/Horus)

Dolunayla göz göze gelmek bir yerde de “güneşe bakmak” değil miydi?

Gündüz güneşe bakıp “kör olmak”tan mutlu olmanın, “içeri adım atıp bulduklarından korkmamanın” ve “Horus’un gözünü sürekli üzerinde hissetmenin” anlamları bir yerlerde bir araya gelip onu vicdanıyla baş başa bıraktı. Bu iç yolculuk teknenin karşı kıyıya değen burnu ve hızlı adımlarla eve yetişme telaşındaki insanların telaşla yanından geçerken omuz atmalarıyla sona erdi.

Her zaman “güneşli” bir hayat dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

27.09.2007

* Ağustos dolunayı

And now when there's moonglow, way up in the blue
Ve şimdi ne zaman ayışığı olsa, maviler içinde yukarı çıkan yolda

I'll always remember, that moonglow gave me you
Daima hatırlayacağım, seni bana ayışığının verdiğini

"Moonglow"

sözler Eddie De Lange,
müzik Will Hudson ve Irving Mills

Yaklaşık yirmisekiz günde bir, her dolunay vakti hikayeler anlatmak üzere bir köşeden çıkar gelirdi. Bazen de bir ağacın altında veya deniz kıyısında bir kayanın üzerinde sessizce otururken buluverirdim onu. Kimsenin nereden geldiğini, yirmisekiz gündür nerelerde olduğunu bilmediği biri. Cebinden küçük bir hikaye, bir yerlerde duyup beğendiği bir şarkının sözleri veya güzel bir şiiri çıkarır dolunayın pırıltısı içinde okurdu. Engin bir denizin üzerindeki ay ışığı kırpırtıları gözlerinde yansırdı. Hafif bir esinti saçlarını okşar, sesi dolunayın aydınlattığı kadife gecede aynı yumuşaklıkla içimize işlerdi.

Sonra... Sonra kimsenin farketmediği bir anda esrarengiz bir şekilde kayboluverirdi. Bir veda bile etmeden, nereye gittiğini söylemeden... Ama bir şekilde bilirdim ki o gelecek dolunayda yine çıkıp geliverecek bir yerlerden. Farklı bir hikaye, şiir veya şarkı sözüyle...

Onu en son geçen dolunayda görmüştüm.

Ziyaretlerine alışmıştım.

Bana onu veren dolunaydı.

Kim bilir, acaba yine gittiği diyarlardan çıkıp geliverir mi?

Hayata iyi bakın

Blueman

28.08.2007

* Temmuz dolunayı

Başımı uzatıp bir bakıyorum usulca.
Kimse farketmiyor önce.
Ne kadar uzun zamandır yapıyorum bunu artık hatırlamıyorum bile.
Ama her defasında aynı çekingenlik, aynı mahçup ifade.
İşte yine farkettiler varlığımı.
Ve yüzüm kıpkırmızı oldu yine.
Yapacak birşey yok, geldim yine buradayım işte.
Ama beni farkedenler o kadar güzel tepkiler veriyorlar ki cesaret geliyor bana da.
Hayranlık dolu ifadelerle gülümsüyorlar bana.
Birbirlerine gösteriyorlar beni.
Onların sevgi dolu bakışlarıyla iyice kendime geliyorum.
Atıyorum ürkekliğimi ve hatırlıyorum ne çok sevildiğimi.
Yüzümün rengi kendine geldi, artık daha da parlıyorum, onlara daha da yakın olabilmek için.
Keyifli sofralar kurulmuş deniz kıyılarında, şarkılar ve kahkahalarla bezenmiş.
Sakin köşelerde aşıklar sarılmış birbirlerine her zamankinden de güçlü duygularla belki de.
Böyle yaz akşamlarını daha çok seviyorum galiba, sokaklarda, bahçelerde, kıyılarda daha rahat kıyafetleriyle, daha çok insan.
Dokunuyorum saçlarına, yüzlerine.
Hele bir de gözgöze gelirsek, uzun uzun bakışıyoruz birbirimizle.
Işıldıyorum o güzel gözlerde.
Tül perdelerin rüzgarda hafifçe dalgalandığı pencerelerden, balkon kapılarından içeri süzülüyorum.
Bazen uyuyan güzellerin saçlarını okşuyor, bazen sevişen çiftlerin çıplak bedenlerinde onlarla birlikte dansediyorum.
Efkarlı ruhlar bir nefes daha çektikleri sigara dumanını paylaşıyorlar benimle.
Şarap kadehleri kalkıyor şerefime, kan kırmızısı bir kadehin içinde buluyorum kendimi.
Bir elim kutupların buz gibi soğuğundayken, diğeri Afrika’nın gündüzleri çayır cayır yanan savanlarının yeni yeni ılıyan toprağında.



Kah tropikal kuşağın nemli bir ormanında bir gece avcısıyla gözgöze geliyorum, kah buz gibi olmuş çöl kumlarının üzerinde yuvarlanıyorum.
Avının sıcak etine dişlerini iştahla geçiren aslanların tüylerini parlatıyorum.
Okyanusun ıssız ve karanlık derinliklerinde başlarını bana doğru uzatan dev cüsseli balinaların karaltıları suyun altında süzülüyor. İyice sokuluyorum ve zifiri karanlıkla loş aydınlık arasındaki çizgide buluşuyorum onlarla. Derinden gelen iniltiler, gizemli aşk şarkılarına dönüşüyor sanki.
Hala bazı insan toplulukları bana tapınır, davul seslerinin yankılandığı ormanda ateşler yakıp, etrafında danslar ederken, teknolojinin her türlü nimetinden yararlanan, yaşamın hızla akıp gittiği büyük şehirlerde, o ışık kalabalığı içinde varlığımı bile farketmeyen de öyle çok insan var ki.
Saatler gece yarısını birkaç saat geçti.
Yeryüzünde sesler giderek azalıyor.
Tek başımayım, ama yalnız değilim.
Uyumadan önce bana bakıp sessiz hayaller kuran birkaç kişi daha.
Sonra ağustos böceklerinin şarkıları ve ağaçları hışırdatan rüzgarın sesi.
Bir kurt başını göğe doğrultup uluyor, sanki böyle gecelerde daha da fazla zevk alır gibi.
Sonra bir horoz ötüşüyle başlar vedam...
Ve ağaran tan yerinde eriyip gider koca gövdem.
Keyif aldım yine bu geceki yolculuğumdan da...
Tekrar buluşmak umuduyla, bir ay sonra...
Tüm o rengarenk canlılarıyla...
Milyarlarca insanı ve hepsi de birbirinden farklı yaşamlarıyla...
Seviyorum bu muhteşem gezegeni...
Takılıp kalmam ve gidemememden belli...

Hayata iyi bakın

Blueman
30.07.2007

* Haziran dolunayı ve Selene

Yunan mitolojisindeki Ay Tanrıçası Selene fazlaca beyaz ve solgun, ama çok güzel bir yüze sahip, üzerinde ince tülden elbisesi, elinde meşalesi ve kafasında yarım ay şeklindeki tacı ile tasvir edilir. Genellikle iki atın çektiği, gümüş renkli bir araba ile yaptığı gökyüzündeki seyahati akşam erkek kardeşi Güneş Tanrısı Helius'un tüm gün boyunca yaptığı gökyüzündeki kendi seyahatini tamamlamasından sonra başlar. Bir de hem ölümlülerle hem de çeşitli tanrılarla yaşadığı kendi sayısız aşk macerasından bile fazla sayıda aşk hikayesine karışmış kız kardeşi vardır Selene'nin; şafak tanrıçası Eos. Selene'nin aşk maceralarından en ünlüsü topraklarımızdaki en güzel göllerden olan Bafa Gölü'nün yanıbaşındaki Beşparmak (Latmos) Dağı'nda çobanlık yapan Endymion'a duyduğu aşktır. Endymion'a vurulan Selene, geceleri bir mağarada uyuyan çobanın yanına gizlice süzülür ve sabaha kadar onu uyandırmadan öper, sever ve ondan tam elli kız çocuğu olur.

Mitolojik hikayeleri uyduran insanoğlunun o müthiş yaratıcılığı ve hayalgücü karşısında saygıyla eğilirken, çevrelerinde olan bitenleri çok da iyi gözlemlediklerini görüp hayranlık duymamak elde değil.

Yaratıcılığın en güzel ürünü olan mitolojik hikayeler, efsaneler ve masalların insanlar yaşadıkça hayatın bir parçası olacağına inanmak beni mutlu ediyor. Kocaman kocaman açılmış gözleri ve kapatmayı unuttukları ağızlarıyla heyecanla masallar dinleyen çocukların hayal etme gücünü modern yaşamın hızla dönen çarkları arasında mücadele verirken kaybetmemeleri ve içlerindeki o hiçbir sınır tanımadan hayal etmeyi bilen çocuğu hiç yitirmemelerini diliyorum.

Ağabeyi Helius'un ardından doğu ufkundan yükselerek kız kardeşi Eos'un görünmesine kadar gökyüzünde seyahat eden Selene önce saçlarını denizde yıkarmış. Dolunaylı gecelerde ay ışığında ışıl ışıl parıldayan denize baktığınızda saçlarını yıkamakta olan o güzel yüzlü tanrıçayla göz göze gelebilmeyi ve onun çapkın göz kırpışlarıyla heyecanlanmayı başarabilenlerden olabilmeyi ve bu heyecanları hiç kaybetmemeyi dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

29.06.2007

29.11.07

* Mayıs ayının 2. dolunayı

31.05.2007 gecesi Mayıs ayının 2. dolunayı (ilki 3 Mayıs'taydı) gerçekleşti.

Bu güzel mayıs gecesi buluştuğum şu cümleler, bana 1999 yılından bu yana hemen her dolunay gecesi ilham veren, büyüleyen ve bana bir şeyler yazıp paylaşma isteği bağışlayan bu muhteşem doğa olayına ve belki de genel olarak "hayata bakışım"la ilgili ilk kez bu kadar net bir "ortak hisleri paylaşma" sevinci sundu. Bu cümleler sayesinde gerçekte ne yapmaya çalıştığımı fark ettim biraz daha...

"....
Bekledim. Sonunda Dreamer sessizliği bozdu: 'Bak dolunay çıktı' derken çenesiyle de aya doğru bir işaret yaptı. 'Bir kişi yaşamı boyunca bin kez dolunay görebilir, fakat yaşamının sonunda büyük olasılıkla bir kez bile seyretmeye yeterli zamanı olmamış olacaktır. Ki ay senin dışında. Bir de bir insanın kendisini gözlemesinin, dikkatinin yönünü değiştirmesinin ne kadar daha güç olacağını düşün. Öz gözlemleme, düşleme sanatının yalnızca başlangıcıdır.'

..."

Stefano Elio D'Anna - "Tanrılar Okulu" kitabından

Hayata iyi bakın

Blueman

01.06.2007

* Mayıs dolunayı, zaman, sinema, fotoğraf

Mayıs dolunayı gölün sakin suları üzerinde parıltılar yaratıyordu. İlkbaharın, artık giderek kendini hissettirmeye başlayan güneşle ısınan, açan çiçekler ve yeşeren tomurcuklarla iyice şenlenen gündüzlerinin ardından hala epeyce serin gecelerinden birinde sahildeydim. Dolunayın su üzerindeki ışıltıları insanın gözünü alıyor, düşüncelerde hoş yolculuklar başlatıyordu. Düşüncelerde yol aldıkça ve su üzerindeki parıltılara iyice dalıp gittikçe sanki ışıltıların hareketleri giderek yavaşlamaya başladı. Zaten çılgın şehir yaşamından bir iki günlüğüne de olsa bu göl kenarındaki sakin köye kaçan bir insanın etrafındaki o çok farklı zaman anlayışını, zamanın buralarda daha bir başka akmakta olduğunu hissetmemesi imkansızdı. Reha Erdem’in muhteşem filmi “Beş Vakit”te de bu his öylesine başarılı verilmişti ki...

Su üzerinde giderek yavaşlayan ışıltı hareketleri bir an geldi ki sanki durmuş gibi oldu. Sanki birer “an”dan oluşan fotoğraf karelerinin birbiri ardından sıralanışlarını izler gibiydim. “Film” iyice yavaşlamış, “saniyede 24 kare olarak gösterilen fotoğraflar”ın birbirlerini takip edişleri hissedilir hale gelmişti. Sürekli geçmişin kaygılarında veya geleceğin endişesinde yaşayan ve hızlı akışa kendini kaptırmış giden bir şehir insanı, adeta “an’ı yaşamak”la yüzyüze gelmişti. Aldığı her bir nefesi hissediyor, havanın burun deliklerinden girişinin sesini duyuyordu. Esen rüzgarı teninde duyumsadı. Bir gece kuşu çok yakınlarda öttü. Uzaktan bir köpek havlaması duyuldu.

Su üzerindeki parıltıların hareketi ağır ağır devam ediyor ve insanı büyülüyordu. Sanki insanı çevreleyen madde giderek yayılıyor ve hafifliyordu. O “an”da aklıma yine çok başarılı bir yönetmenin, ağır kamera harketleri ve muhteşem fotoğraflarıyla ördüğü filmleri geldi. Hani izlerken günlük yaşam ritminde iyice hızlanan ruhunuza ağır gelebilen veya içinizi sıkabilen, ama salondan çıkarken aslında ruhunuzu dinlendirdiğini ve size çok şey kattığını hissettiğiniz filmlerden... Sonra o filmlerin usta yönetmeni Nuri Bilge Ceylan'ın fotoğraf sergisi nedeniyle hazırlanan tanıtıcı kitapçıkta yer alan Levent Çalıkoğlu’nun yazısındaki şu ifadeler: "Fotoğraf üzerine kafa yoran pek çok kişi, şu basit mantık oyunu üzerinde hemen uzlaşabilir: Fotoğraf, yitirdiğimiz geçmişin kaydı olmasına rağmen, bizi şimdiki zamanın içine sinmiş yeni bir başka zaman olabileceği fikri ile doldurur. Aslında gördüklerimizin geçmişte kalması değil; her bakışımızda bizi mutlulukla sarmalayan bir başka zaman da varmış duygusu hoşumuza gider. Dolayısıyla fotoğrafları, bir başka zamanda yaşamamıza olanak tanıdığı için severiz. Sürekli olarak içinde bulunduğumuz şimdiye varmanın en kestirme yoludur fotoğraflara bakmak. Belki hiç aklınıza gelmemiş olabilir, ama bunu fotoğrafçıların kendileri de yapar. Hatırlamak, şimdiyi aşıp bir başka zamanın içine akmak ama yine de şimdinin içinde olmak içın çekerler. Nuri Bilge Ceylan'ın da bu duyguyla bu kareleri çektiğini düşünüyorum."

İyice yavaşlayan zamanın akışında, “hatırlamak ve şimdiyi aşıp bir başka zamanın içine akmak, ama yine de şimdinin içinde olmak” fikri beni büyülemişti.

Hayata iyi bakın

Blueman
03.05.2007

* Nisan dolunayı

Dün yoğun geçen bir haftasonunun ardından haftanın ilk günü akşamı olmasına rağmen yine kalabalık ve koşuşturmalı metropol meydanının renk renk aydınlatmaları arasından başımı kaldırıp bulutsuz bahar gökyüzünde asılı duran o muhteşem pırıltılı dolunayı gördüğümde, yaklaşık bir aylık bir ayrılığın ardından onu özlemiş olmanın yanında önümüzdeki güzel bahar günlerinin, ılık ılık esip içimizi çocukça bir heyecanla dolduracak çiçek kokulu bahar rüzgarının heyecanını da duydum. Bu duyguyu da çok özlemişim. Artık günler daha uzun, ışığımız daha bol olacak. Seçim gerginlikleri, yeni savaş ve yıkım ihtimalleri, yaşam mücadelesi ve türlü sıkıntılarla ağırlaşan düşüncelerimiz, koyu renkli ve ağır kış kıyafetlerinin yerini rengarenk, ince ve hafif yazlık kıyafetlere bırakması gibi, umarım daha hafif, çocuksu, neşeli, umut dolu ve çok renkli düşüncelere, duygulara bırakır yerlerini...

Baharı Beklerken Yazılmış Şiir

O günü görmek için sade bekleyeceğiz,
Göreceğiz bir sabah yeşil tomurcukları.
Hazırlanıyor gibi, gökyüzü, ufuk, deniz,
Bir sabah dökülecek baharların baharı.
Bu bahar yalnız mesut günler taşımaktadır,
Başbaşa kalacağız kenarında bir suyun,
Göz alabildiğine yeşil uzanan çayır,
Bir saadet içinde sessiz otlayan koyun.
Bu bahar güleceğiz en içten bir sevinçle,
Bir melek ordan bize uzatacak elini.
-Beni bırakma kalbim, kalbim sen bana söyle.
Ümitlerin en güzelini!..

Ziya Osman Saba

Sabahları ofise gitmek üzere servis beklediğim mahalle arası sokakta bu sıralar her sabah selamlaştığım bir ağacın o bir buçuk metre kadar uzamış, üzerindeki daha küçük dalları budanmış veya kırılmış dalının en ucundaki ufacık bir alana dipdibe dizilmiş, o beş santim boyundaki bembeyaz ve patlamaya hazır tomurcukların mavi gökyüzüne uzanma ümidi...

Ziya Osman Saba’nın hüzünlü ve duyarlı hayatının güzelliğe ve iyiliğe ait o hiç bitmeyen ümidi...

Ümit hayatınızdan hiç eksilmesin.

Hayata iyi bakın

Blueman

03.04.2007

* Mart dolunayı ve tutulma

Mart dolunayı ay tutulmasını da beraberinde getiriyor. Bu muhteşem doğa olayını, yine doğa izin verirse ve yağmur bulutları aralanırsa izlemek harika bir fırsat olacak.
Geçmişte insanoğlunu inanılmaz derecede etkileyen, hatta belki de çok abartılı düşünce ve inançlara sevkeden bir doğa olayının artık teknolojiyle iyice "hızlanan" hayatlarımızda 1 saat 14 dakikalık kısa da olsa bir heyecan, bir güzellik ve bir doğayla bütünleşme hissi yaratmasını dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

"Yarın saat 23.30'da dünya ve ay buluşuyor...
Bu yılın ilk tam ay tutulması yarın tüm Türkiye’den izlenebilecek.
Bu yıl iki kez yaşanacak ay tutulmasının ilki havanın açık olması halinde tüm Türkiye’de izlenebilecek. Yarın gece saatler 23.30’u gösterdiğinde ayın sol tarafı kararmaya başlayacak ve 00:44-01:58 saatleri arasında dünya ile ay birbirine "kavuşacak". Tutulmanın izlemeye değer bölümü 1 saat 14 dakika sürecek.
Tam tutulma sırasında atmosferden yansıyan ışık sayesinde ayın rengi koyu kırmızıdan sarıya dönüşecek. Ay tutulması dünyanın yuvarlaklığının bir kez daha gösterecek. Saatler 03:12 olduğunda ise ay, dünya ve güneşin bu nadir birlikteliği noktalanmış olacak.
Tutulma Avrupa, Afrika, Ortadoğu ülkeleri ve Asya’nın bir kısmından da görülebilecek. Bir sonraki benzer ay tutulması Türkiye’den ancak Haziran 2011’de gözlenecek.
Ay tutulmasını, çıplak gözle izlemenin zararı bulunmuyor. Bu nedenle gözlem için teleskoba, gözü korumak filtreye ihtiyaç duyulmayacak.

MİTLERE, EFSANELERE KONU OLDU

Antik çağlardan bu yana ilginç doğa olayları, çeşitli inanışları da ortaya çıkardı. Özellikle, güneş ve ay tutulmaları, insanlarda korku ve endişe yarattı, mitlere, efsanelere konu oldu ve tutulmalarla baş etme yolları denendi.
Bazı söylencelerde, ayın kararması, "aya saldırıldığı, düşmanların ayı saklaması, kötü ruhların ayı sarması veya yemesi ile ayın kötülüklerle mücadele etmesi" şeklinde yorumlandı. İnanışlar nedeniyle tutulmanın olduğu günler ayın tekrar aydınlanması için büyüler yapıldı, teneke, davul, tencereler çalınarak gürültü çıkartıldı, silah atıldı, dua edildi ve hatta aya kurban verildi.
Mısırlılar, ayın, güneşin ışığını habersizce alıp kullandığına, bunun üzerine kurulan yıldızlar mahkemesinin de aya gündüzleri görünmeyi yasakladığına inandı. Sadece ay tutulmalarında "açık görüşe" izin verildiği ve o gün ayın yeryüzüne inip arkadaşlarıyla görüştüğü düşünüldü.
Şamanizmde de, tutulmalarda kötü ruhların güneşin ve ayın etrafını sardığı düşünüldü ve karanlığın felaket getireceği inancıyla kötü ruhları kovmak için ay tutulmasında ateşler yakıldı, gürültü çıkarıldı.
Budizm ve Konfüçyus’a göre, kötü ruhların işi sanılan tutulmalar karşısında tepkili tapınma törenleri düzenleniyordu.
Altay Türkleri’nin bir efsanesinde de "yedi başlı dev" (Yelbeğen) ay ve güneşten öç almak için onları kovalıyor ve yiyordu. Altay Türkleri de ay tutulduğu zaman şöyle diyordu: "Yine Yelbeğen ayı yedi."

Milliyet Gazetesi - 02.03.2007

Hayata iyi bakın

Blueman

02.03.2007

* Şubat dolunayı ve bir fotoğraf

Gecenin karanlığında hava ayaz... Az bulutlu açık gökyüzünde sanki buz tutmuş ve pırıl pırıl bir metal para gibi güneş ışığını yansıtan dolunay öylesine net... Gözler beyinde ve hayallerde pek çok muhteşem kare oluşturup hafızaya atarken, kaliteli bir lens ve teknoloji harikası bir makineyle bu muhteşem güzellikleri yakalayabilme ve pek çok başka hafızayla da paylaşabilme hayalleri kuran fotoğrafçılık kursu öğrencileri bir sonraki günkü derslerinde öğretmenlerinin hafızasından kendi belleklerine usul usul akan bir su gibi nüfuz eden şu müthiş mısraları dinleyecekti:

FOTOĞRAF

Dört kişi parkta çektirmişiz,
Ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi...
Anlaşılan sonbahar
Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli
Yapraksız arkamızdaki ağaçlar...
Babası daha ölmemiş Oktay'ın,
Ben bıyıksızım,
Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış.

Ama ben hiç böyle mahzun olmadım;
Olümü hatırlatan ne var bu resimde?
Oysa hayattayız hepimiz.

Melih Cevdet Anday

Şu anda hiçbiri hayatta değil... Ama hepsi de yaşıyorlar... Her geçen gün daha da fazla...

Hayata iyi bakın

Blueman
03.02.2007

19.11.07

* 2007'nin ilk dolunayı ve olasılıklar

“(...) Birden olduğu yerde durunca arkasından gelen, cep telefonuyla konuşan adam Caine’e çarptı. Caine öne doğru sendeledi ve elindeki kahveyi düşürdü. Devanası kılıklı zenci bir kadına çarpınca, onun mavi bir elbise giydiğinin ve elinde iki alışveriş torbası olduğunun farkına vardı. Kadın sola doğru kaçmaya çalıştı, ama dengesini kaybedince torbaları yere düştü. Kaldırımda elma ve portakallar yuvarlanmaya başladı.

Dökülen meyveler daha da fazla zarar yol açtı. Beyaz, dar, kısa bir üst giymiş olan kel bir adam elindeki frapucinoyu istemeden parlak, sarı bluz giyen yaşlıca kadının üstüne döktü. Mor etekli esmer bir kadın da düşüp iki tırnağını kırdı. İri yarı bir inşaat işçisi şık giyimli bir işadamının ayağına alet kutusunu düşürünce adamın Gucci marka ayakkabılarını berbat etmekle kalmayıp bir ayak başparmağını kırdı.

Bir anda Caine bu insanların hayatlarını değiştirdi. Kel adam gidip bir frapucino daha alacaktı. Yaşlı kadın eve gidip üstünü değiştirmek zorunda kalacaktı. Esmer kadının yine manikür yaptırması gerekecekti. İnşaat işçisi işadamının kendisine açacağı tazminat davasından kurtulmak için bir avukat tutmak zorunda kalacaktı; işadamı ise o günkü toplantıların hepsini kaçıracaktı, çünkü bir hastanenin acil servisinde birinin gelip de ayağına bakmasını bekleyecekti.

Bu değişiklikler başka değişklikleri de getirecekti. Caine bunları gözünde canlandırdı; sanki bir göle bir taş atmıştı ve genişleyen daireleri izliyordu. Tam olarak ne olduğunu bilmiyorsa da birşeylerin yanlış olduğunun farkındaydı. Sonra birden farkına vardı: aslında bunların hiçbirinin olmaması gerekiyordu.

Kel adamın aslında spor yapmaya gidip, ilk başta arkadaşı sonra da sevgilisi olacak biriyle tanışması gerekiyordu. İnşaat işçisinin ikinci bir oğlu olmalıydı; ama hakkında tazminat davası açılınca strese girecek ve evliliği de bitecekti. İşadamının iki ay içinde ölmesi gerekiyordu, ama hastaneye gittiğinde doktor kalp ritminde bir bozukluğu tespit edecekti. Kalbinden rahatsızlanmasını önlemek için hemen bir ameliyata alacaklardı ve o da ölümcül bir kalp krizi geçirmeyecekti. Yaşlı kadının metroya giderken düşüp kalçasını kırması gerekiyordu, ama şimdi hiçbir şey olmayacaktı. Esmer kadında aslında terfi etmesine yarayacak bir iş yemeğine katılamayacaktı. (...)”

Adam Fawer’ın “Olasılıksız” adlı kitabından

Hayatlarımız sevdiklerimizin olduğu kadar hiç tanımadığımız insanların hayatları ile de öylesine içiçe ki... Aslında “ben” ve “sen”den çok “biz” olduğumuzu bir farkedebilsek bu dünya daha yaşanılır bir yer olacak. Attığımız her adımda evreni şekillendiriyoruz ve her geçen an evren de bizi ve hayatlarımızı şekillendiriyor aslında... Yaptığımız seçimler kadar tesadüf, şans ve “olasılıklar”ın da oluşturduğu müthiş bir denklemin parçalarıyız.

Seçimlerimizin ve evreni oluşturan karmaşık denklemin, hayatlarımızı daha da güzelleştirdiği bir yeni yıl dilerim.

Bolluk ve bereket dolu geçeceğine inanılan “pazartesiyle başlayan bir yıl”ın ilk günlerinin geceleri de harika bir dolunayın ışıltılarıyla aydınlanacak.

Sevgi ve huzur içinizi ferahlatsın ve yolunuzu aydınlatsın.

Hayata iyi bakın

Blueman

30.12.2006

* Aralık dolunayı ve meleklerin hayalleri

Akşam eve doğru yürürken karşımda ufuktan yükselmekte olan dolunay, güneşli bir Aralık gününün ardından çöken karanlıkla epey serinleyen havada, çok hafif bulutlu açık gökyüzünde, bir hare içinde ve sarı renkteydi. Etraftaki telaşlı kalabalık, caddelerdeki onlarca otomobil ve hayatı oluşturan pek çok ayrıntı arasında kaybolup gidecek kadar küçüktü dolunay. Şöyle bir elinizi uzatsanız, baş ve işaret parmaklarınız arasında minik bir ışıklı daire halinde tutabilirdiniz onu... Etraftaki hareketten bir an olsun kendinizi sıyırabilseniz, mesela bir deniz kıyısı veya bir bahçede şöyle sessiz birkaç dakika gözlerinizi ayırmadan baksanız, giderek büyüdüğünü ve sizi içine aldığını hissederdiniz belki... Hayalleriniz sizi kimbilir nerelere alır götürürdü. Küçük bir ışıklı daire, büyür, büyür ve sizi içine alıp kimbilir ne yolculuklara çıkarırdı.

İnsanların arasında, onlar tarafından görülmeden, ama onları görüp hayatlarına etki ederek serbestçe dolaşabilen, zamana ve mekana tabi olmadan var olan iki melek, bir oto galerisindeki satılık arabalardan birinin koltuklarında sohbet etmektedirler:

- Güneşin doğuşu 07:22. Gün batımı 16:28. Ayın doğuşu 19:04... Yirmi sene önce bir Sovyet avcı uçağı Spandau anayolunun yakınlarında Stochen Gölü'ne düştü. 50 yıl önce de...
- Olimpiyatlar vardı.
- 200 sene önce Nikola François Bronchere şehrin üzerinden bir balonla uçtu.
- Bunu geçenlerde kaçaklar da yaptı.
- Ve bugün Lilen Taler caddesinde yürüyen biri giderek yavaşladı ve omzunun üzerinden arkasındaki boşluğa baktı. 44 numaralı postanede intihar etmek isteyen biri yazdığı veda mektuplarına koleksiyon pulları yapıştırdı. Her birine farklı bir tane... Sonra da dışarıda Marianne Meydanı'nda bir Amerikalı askerle İngilizce konuştu. Okul günlerinden beri ilk kez... Hem de akıcı bir şekilde... Löd Senze'de bir tutuklu, kafasını duvara vurmadan önce "Şimdi" diye bağırdı. Hayvanat Bahçesi Durağı'nda metro memuru istasyonun adı yerine aniden "Ateş Ülkesi" diye bağırmış.
- Güzeel...
- Rechbergen'de yaşlı bir adam çocuğa Odyssea'yı okuyordu. Ve çocuk da gözünü bile kırpmadan dinliyordu.
Peki senin anlatacağın birşey var mı?
- Yağmurun altında şemsiyesini kapatıp kendini ıslanmaya bırakan bir kadın yolcu. Öğretmenine eğreltiotunun topraktan nasıl çıktığını anlatan bir öğrenci. Ve buna şaşıran bir öğretmen. Varlığımı hissedince saatine dokunan kör bir kadın...
Böyle ruhani bir şekilde yaşamak ve sonsuza dek her gün insanların arasına karışmak çok güzel. Hayaletliği ispatlamak. Ama bazen bu sonsuz ruhani varlığımdan sıkılıyorum. Sonsuza dek herşeyin üstünde süzülmek istemiyorum. Üstümde bir ağırlık hissetmek istiyorum. İçimdeki sınırsızlığı kaldırıp beni toprağa bağlasın. Her adımda ve rüzgar esintisinde "Şimdi", "Şimdi" ve "Şimdi" demek istiyorum. Her zamanki gibi "Daima" ve "Sonsuza dek" değil... Kağıt oynanan bir masaya oturmak... Selamlanmak... Bir baş işareti yeter. Şimdiye kadar katılmış olsak da bu göstermelikti. Aslında geceleri boks maçlarına göstermelik olarak katıldık. Sonra göstermelik olarak balık tuttuk. Sofralarda göstermelik olarak oturduk. Orada yedik ve içtik, ama göstermelikti. Kuzular kızarttık ve şarapları beklettik. Dışarıda çöl çadırının yanında. Hepsi göstermelikti. Hemen bir çocuk yapıp ağaç dikmek istiyorum demiyorum, ama uzun bir günden sonra Philip Barlow gibi eve gelip kedisini beslemek güzel olurdu. Ateşinin çıkması... Gazeteden parmaklarının boyanması... Sadece ruhsal olarak değil, gerçek bir yemekle beslenmek... Bir boyun ve kulak çizgisinden etkilenmek... Yalan söylemek (gülümser)... İstediğin kadar... Yürürken iskeletinin de beraber geldiğini hissedebilmek... Herşeyi bilmek yerine tahmin etmek zorunda kalmak... "Ah", "Oh", "Aa" ve "Yo" diyebilmek... "Evet" ve "Amin" yerine...
- Evet, bir kere de olsa kötülükten heyecan duymak... Geçen insanlardan dünyanın tüm kötü ruhlarını ve şeytanlarını alıp onları dünyaya saçabilmek... Yabani biri olmak...
- Ya da sonunda bir masanın altında ayakkabılarını çıkarabilmeyi hissetmek... Ya da parmaklarını uzatmak... Yalınayak... Böyle...
- Yalnız kalmak... Oluruna bırakmak... Ciddi olmak... Ancak ciddi kalabildiğimiz ölçüde yabani olabiliriz. Bakmaktan başka birşey yapma... Topla... Kanıtla... Doğrula... Koru... Ruh olarak kal... Mesafeli ol... Sözüne sadık kal...

(Ve sohbetleri içinde oturmakta oldukları otomobile bakan ve onunla ilgili hayaller kuran bir çiftin neşeli konuşmalarıyla bölünür)



Wim Wenders'ın "Wings Of Desire" adlı filminden

(Not: "City Of Angels" adlı Hollywood filmi bu filmden esinlenmiştir.)

Hayata iyi bakın

Blueman

05.12.2006

* Kasım dolunayı

Şair öylesine güzel ifade etmiş ki...

Bazen çok basit düşünmek... çok yakınına bakmak... ve görmek yeterlidir...

Hayata iyi bakın

Blueman



"Nefes almak, içten içe, derin derin,
Taze, ılık, serin,
Duymak havayı bağrında.

Nefes almak, her sabah uyanık.
Ağaran güne penceren açık.
Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında.
Üstünde gökyüzü, ufuklara karşı.
Senin her yer: Caddeler, meydan, çarşı...
Kardeşim, nefes alıyorsun ya!

Koklar gibi maviliği, rüzgârı öper gibi,
Ananın südünü emer gibi,
Kana kana, doya doya...

Nefes almak, kolunda bir sevgili,
Kırlarda, bütün bir pazar tatili.
Bahar, yaz, kış.

Nefes almak, akşam, iş bitince,
Çoluk çocuğunla artık bütün gece,
Nefesin nefeslere karışmış.

Yatakta rahat, unutmuş, uykulu,
Yanında karına uzatıp bir kolu,
Nefes almak.

O dolup boşalan göğse...
Uyumak, sevmek nefes nefese,
Kalkıp adım atmak, tutup ıslık çalmak.

Sürahide, ışıl ışıl, içilecek su.
Deniz kokusu, toprak kokusu, çiçek kokusu.
Yüzüme vuran ışık, kulağıma gelen ses.

Ah, bütün sevdiklerim, her şey, herkes...
Anlıyorum, birbirinden mukaddes,
Alıp verdiğim her nefes."

Ziya Osman Saba
03.11.2006

* Ekim dolunayı ve bir şiir

Ekim ayı ve giderek serinleyen günler, sonbaharın çok farklı güzelliklerini de getirirken, bir denize ve derinlere özlem şiiri...



DERİNLERİN ÇOCUKLARI

Bir düş mavisinden uzandık geceye
Hayat koşturmacası, dertler, sıkıntıları bohça yapıp,
Yol kenarından uçuruma fırlattık
Ahh, bu yolculukları çok seviyorum
Kendim için yaşadığımı,
Dibine kadar var olduğumu hissediyorum
"GİTMEK" var ya;
O ruhunun her bir köşe bucağını dalgalandırıp;
İliklerine hayallerini doldurup gitmek
Maviye, engin denizlere,
Suya, tuza bulamak yüreğini
Anlaşıldığını ve paylaşıldığını bilmek
"Ancak yaşayan bilir" dercesine
Kenetlenmek
Uçmak, kopmak, sorumluluklara paydos
Kendi gerçekliğini yaşamaya “evet” demek
Öyle büyük ve önemli bir kaçış ki bu yaşadığımız
Özümüze dönüş bu, adını koymakta zorlandığımız
Cebimizde mavi mavi hayaller taşırız
Biz "DERİNLERİN ÇOCUKLARIYIZ"
Yüreğimiz tuzlu
Gözlerimiz buğuludur bizim
Sevmeyi sevilmekten önde tutarız
Biz "DERİNLERİN ÇOCUKLARIYIZ"
Çook derinlerden geldik dünyaya
Suyun dansıyla büyüdük
Dalgasıyla hesaplaştık biz
Her mavi anıda, her serüvende,
Her düşülen yeni yolda,
Her paylaşımda,
Çoğalır, çoğalırız...

alıntı

Hayata iyi bakın

Blueman

06.10.2006

* Eylül dolunayı ve Çölde Çay

"Because we don't know when we will die, we get to think of life as an inexhaustible well, yet everything happens only a certain number of times, and a very small number, really. How many more times will you remember a certain afternoon of your childhood, some afternoon that's so deeply a part of your being that you can't even conceive of your life without it? Perhaps four or five times more, perhaps not even that. How many more times will you watch the full moon rise? Perhaps twenty. And yet it all seems limitless."




"Ne zaman öleceğimizi bilemememiz nedeniyle, hayatı sonsuz bir kaynakmış gibi düşünürüz, ama herşey sadece belli sayıda gerçekleşir ve gerçekten bu da oldukça az sayıda olur. Hayatınızı onsuz düşünemeyeceğiniz denli derin bir biçimde varlığınızın bir parçası olmuş, çocukluğunuzda yaşamış olduğunuz bir öğleden sonrayı daha kaç defa daha hatırlayacaksınız? Belki dört veya beş kez daha, belki o kadar bile değil. Dolunayın yükselişini daha kaç kere izleme şansınız olacak? Belki yirmi kez daha. Ve yine de herşey sonsuzmuş gibi görünür"

Paul Bowles - The Sheltering Sky (Çölde Çay) adlı kitabından
Bernardo Bertolucci - The Sheltering Sky (Çölde Çay) adlı filminden

Hayata iyi bakın


Blueman

07.09.2006

* Ağustos dolunayı ve biraz keyfetmek

Gözleri dakikalarca denize bakıp durmak istiyordu.
Ruhu o maviliğe bakarak sakinleşmek...
Benliği o derinliklerde bir kanyonun yüksek kenarından dibe doğru uçarçasına süzülürken özgürlüğü hissetmek...
Sonra sıcak bir yaz akşamı,
Kalabalık bir köy meydanında yaz rehaveti ile dolaşan insanları, oyunlar oynayan çocukları, köpekleri ve kedileri izlemek,
Soğuk bir bardak biradan veya bir fincan kahveden bir yudum almak...
Özel olanı daha bir yanında, gönlünde hissetmek,
Denizden gelen esintiyle içi ferahlarken,
Her gece biraz daha dolunaya yaklaşan ayın gökyüzünde bir yay çizerek ilerlerken denize vuran yansımalarında kaybolmak...

Ağustos dolunayı şükür bu güzellikleri bağışladı pek çoğuna...

Basitti bazen yaşamak... Hayatta çok basitti bazen mutlu olmak...




“Akılla bir konuşmam oldu dün gece;
"Sana soracaklarım var" dedim;
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin.
Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
"Birkaç yıl daha katlan" dedi.
“Nedir” dedim “bu yaşamak?”
“Bir düş” dedi; “birkaç görüntü.”
"Evi barkı olmak nedir?" dedim;
"Biraz keyfetmek için
Yıllar yılı dert çekmek" dedi.
"Bu zorbalar ne biçim adamlar?" dedim;
"Kurt, köpek, çakal, makal" dedi.
"Ne dersin bu adamlara?" dedim;
"Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar" dedi.
"Benim bu deli gönlüm" dedim;
"Ne zaman akıllanacak?"
"Biraz daha kulağı burkulunca" dedi.
"Hayyam'ın bu sözlerine ne dersin?" dedim;
"Dizmiş alt alta sözleri,
Hoşbeş etmiş derim" dedi.”

Alıntı

Hayata iyi bakın

Blueman


09.08.2006