5.11.07

* Haftasonu için birkaç güzel söz

* Şefkatli ol... Karşılaştığın herkes zor bir mücadele veriyor. (EFLATUN)
* Başkalarından nefret etmenin bedeli kendini daha az sevmektir. (ELDRIDGE CLEAVER)
* Bir dost nedir?... Öteki ben... (ZENO)
* Orkestrayı yönetmek isteyen sırtını kalabalığa dönmelidir. (JAMES CROOK)
* Önce biz alışkanlıklarımızı oluştururuz, sonra da alışkanlıklarımız bizi oluşturur. (JOHN DRYDEN)

Hayata iyi bakın

Blueman

25.11.2005

* Kasım dolunayı ve nehir

................

Usta şöyle yanıtladı:

“Bir zamanlar büyük billuri bir ırmağın dibinde bir köy dolusu yaratık yaşardı. Irmağın akıntısı hepsinin üzerinden sessizce geçerdi. Gencinin, yaşlısının, zengininin, yoksulunun, iyisinin, kötüsünün üzerinden kendi yoluna giderdi, yalnızca kendi billurluğunu bilirdi.
Her yaratık kendisine göre bir yöntemle ırmak dibindeki dallara ve kayalara sıkıca tutunmuştu, çünkü yaşama biçimleriydi tutunmak ve doğumdan beri bildikleri tek şey akıntıya karşı durmaktı.

Fakat bir yaratık sonunda şöyle dedi: ‘Tutunmaktan yoruldum. Gözlerimle göremememe rağmen akıntının nereye gittiğinin farkında olduğuna güveniyorum. Şimdi kendimi bırakacağım ve beni gittiği yere götürmesine izin vereceğim. Yoksa tutunarak sıkıntıdan öleceğim.’
Öteki yaratıklar gülerek şöyle dediler: ‘Ahmak! Kendini bıraktığın anda o taptığın akıntı seni kayaların üzerine vurup parçalar, böylece sıkıntıdan daha çabuk ölürsün.’
Ama bu yaratık onlara aldırmadı ve derin bir soluk alarak kendini bıraktı. Daha o anda akıntı onu yuvarlayıp şiddetle kayaların üzerine vurdu.

Ancak zaman içinde yaratık tutunmayı yine reddedince, akıntı onu dipten havalandırdı, bu kez yara bere almamıştı.

Irmağın daha aşağılarında yaşayan ‘tutunmayan yaratığın’ yabancı olduğu başka yaratıklar bağrıştılar: ‘Mucizeye bakın! Bu yaratık bize benzemesine rağmen uçuyor! Hepimizi kurtarmaya gelen Mesih’e bakın!’

Akıntıyla sürüklenen yaratık şöyle dedi: ‘Ben sizden daha fazla Mesih değilim. Irmak bizi özgürce havalandırmaya dünden razı, yeter ki biz bunu göze alalım. Gerçek görevimiz bu yolculuk, bu serüven.’

Ama onlar kayalara tutunmaya devam ederek, daha fazla ‘Kurtarıcı!’ diye bağırmayı sürdürdüler.

Tekrar baktıklarında gitmişti. Onlar da bir Kurtarıcı üzerine efsaneler uydurarak bir başlarına kaldılar.”

...............................

Richard Bach’ın “Mavi Tüy” adlı kitabından

Hayata iyi bakın

Blueman

16.11.2005

* Ekim dolunayı ve toz bulutu

Bu koşunun tam olarak ne zaman başladığını bile unutmuştu. Etrafını saran ve birlikte koşturup durduğu çılgın kalabalık içinde ne olursa olsun durmamalıydı, zira durduğu anda ardından gelenlerin omuz vurmalarıyla yere devrilebilir ve ayaklar altında kalabilirdi. Önüne çıkan engellere, çukur ve tümseklere, kaya ve çalılara da takılmamalıydı, zira bir anda kendini yerde yuvarlanır halde bulabilir ve o hengamede yerden kalkmayı başarabilse bile geçen süre içinde birçoğu onun önüne geçebilirdi. Yerden kalkarak etrafı saran ve alnından, şakaklarından boynuna doğru süzülen ter damlalarına karışarak çamurlaşan toz toprak içinde görüş alanı da öylesine dardı ki, ancak önünde koşanların sırtları ve arada sırada da birden önünde beliren çalılar, kayalar ve belki sadece kısa bir süre için uzaklardaki manzaraların bir kısmını görebiliyordu. Bazen önde koşturanlardan biri yere devriliyor, kimi zaman takılmamak için ani bir refleksle onun üzerinden atlamak, kimi zaman durup ilgilenmek, yerden kalkmasına yardımcı olmak, yaralarını temizlemek, terini silmek gerekiyordu. Düştüğü her defasında yerden kalkmayı başarabilmenin ve her sabah koşuya kaldığı yerden devam edebilme gücünü bulmanın manevi yüküne, koşu sırasında her an gözünü açık tutmanın dayanılmaz stresi de ekleniyor ve böylece geçiyordu günler...


Ve bir gün, bir an geldi ki içinden aniden duruvermek geldi. Herşeyi göze alıp duruvermek. Ardından koşturanların altında kalmadan durabileceği bir an kolladı ve kaslarını yakan gücü hafifçe azaltarak tüm adalelerinin yavaş yavaş gevşediğini hissetti. Adımlarının hızını düşürdü, düşürdü ve durdu. Arkadan gelenlerin bir kısmı hafifçe çarptılar, son anda sıyırarak geçtiler. Ortalık yerde durduğu için kızgınlıkla bağıranlar oldu. Koşturan kalabalığın çılgın gümbürtüsü uzun bir süre daha devam etti, yanından geçenlerin sayısı giderek azaldı, etrafı saran toz bulutu yavaşça dağılmaya başladı. Hızla inip kalkan göğüs kafesi ve soluk alıp verişi normale dönerken, çılgın koşuşturmanın toprağı titreten gürültüsü de azaldı, azaldı ve artık duyulmaz oldu. Bu öylesine derin bir sessizlikti ki onun için, bir anda kulakları duyamıyor sandı. Sanki derin bir boşluğa düşmüştü. Görüş alanını birkaç metreye düşüren toz bulutu da dağılmış, etrafındaki manzara tüm güzelliği ve pırıl pırıl renkleriyle başını döndürmeye başlamıştı. Bir an bir sinek vızıltısı duyuldu ve hızla uzaklaştı. Sonra güneşin sıcacık etkisini hissetti kollarında, omuzlarında. Bir kertenkele bir çalının altından sürünerek uzaklaştı. Çok yükseklerde dolanıp duran bir avcı kuşun çığlığı yankılandı. Hafifçe esen serin rüzgar terini soğutuyor, etraftaki ağaçların yapraklarını hışırdatıyordu. Derin bir nefes alıp rahatladı. Uzaklardaki bir ağaçlıktan kuş cıvıltıları duyuluyordu hayal meyal. Ellerini beline koyup vücudunu şöyle bir geriye doğru esnetti.

Ve masmavi gökyüzünde süzülerek yol alan beyaz bulutların altında, bir patikaya doğru yönelerek sakince yürümeye başladı.

Hayata iyi bakın

Blueman

17.10.2005

* Frida

“Frida” filmini seyrettikten sonra ünlü Meksika’lı ressam Frida Kahlo’ya, ilginç hayat öyküsüne, tutkulu kişiliğine ve iç dünyasını bu denli başarılı bir şekilde resimlerine yansıtmasına hayran kalmıştım.

Geçenlerde bir gazetede, daha altı yaşında çocuk felci geçirmiş on sekiz yaşında ise korkunç bir trafik kazasında omurları zedelenmiş ve yatağa mahkum olmuş Frida hakkında okuduklarım benim için yeni bilgiler oldular ve hayranlığımı perçinlediler.

Frida baba tarafından Alman, anne tarafından İspanyol kanı taşıyordu. Hep uzun etekler giymesinin ardında geçirdiği çocuk felci nedeniyle biri diğerinden daha ince kalan bacaklarını gizleme isteği yatıyordu. Bindiği belediye otobüsünün bir tramvay tarafından biçildiği kazadan 4 yıl sonra, tüm zamanını yatakta acılar içinde kıvranarak ve ilaçlar etkisinde sakinleştiği zamanlarda da aynadan kendini model aldığı resimler yaparak geçiren Frida’nın “hayatımdaki ikinci kaza” diyeceği ünlü ressam Diego Rivera, Frida’nın hayatına bir daha çıkmamak üzere girecek ve fırtınalı beraberlikleri başlayacaktı.



Tutkulu bir aşk, çılgınlıklar, birbirlerine verdikleri ilham ve kimi zaman da Diego’nun sadakatsizlikleri ile Frida’ya verdiği acılarla geçen onca yıl... Frida’nın ufak tefek ve cılız yapısı ile Diego’nun devasa iriliği karşısında Frida’nın babasının “güvercinle filin evliliği” olarak adlandırdığı evlilikleri, yine Diego’nun aldatma sınırlarını Frida’nın ablasını da kapsayacak şekilde genişletmesi sonucu sona ermiş, ama ayrılığa ancak bir sene dayanan çift sonra tekrar birleşerek Frida’nın ölümüne dek bir daha hiç ayrılmamışlardı. Resimlerinde, dünyaya hep merakla bakan bir çift kara göz, burun hizasında birleşen kalın siyah kaşlar ve kırmızı etli dudakları ile insanın hafızasına yerleşen Frida’nın yüzü hep sabit, ama etrafındaki düzenlemeler o anki ruh halinin birer yansımasıydı; kimi zaman saçlarına çiçekler iliştirilmiş, kimi zaman kurdeleler dolanmış, kiminde kolyeli, kiminde omuzunda bir maymunla... Diego’yla evliliği sırasında doğuramadan kaybettiği bebekle ilgili acılarını ve bunalımlarını da bazı resimlerinde gözlemlemek mümkündür. Ve Diego’yla ikinci evlilikleri döneminde, daha önceleri Frida’nın kimi resimlerinde Diego yanında yer almış gösterilirken, artık ya o kalın iki kaşının ortasında ya da kucağında resmedilmektedir. “Ona olan aşkı öylesine büyümüş ve benliğini öylesine kaplamıştır ki, ya onu alında üçüncü bir göz gibi ya da kucağında hiç sahip olamadığı bebek gibi tutuyordur.” “Diego olmadan ben yaşayamam. O benim herşeyim; annem, babam, sevgilim, arkadaşım, oğlum, dünyam” diyen Frida 1954’te 47 yaşında hayata veda eder.
Gerçekten büyük acılarla yoğrulan ve belki de bu acılardan kaçmak için her türlü çılgınlığı tadarak ve kısa hayatının her anını dolu dolu yaşamaya gayret eden Frida’nın özgür ruhu, bir yandan da, onu defalarca aldatmasına rağmen Diego’ya bu denli bağlı ve sevgi doluydu.

Hayata iyi bakın

Blueman

07.10.2005

* Eylül dolunayı ve o eksiklik

Güneşli ve sıcak yaz günlerinin ardından etraftaki enerji yavaş yavaş şekil değiştiriyor... Bir döngü daha tamamlanacak... Eylül ayı bir sakinleşme, bir azalış ve bir bitişin başlangıcı gibi sanki... Ama yine doğanın değişen renkleriyle çok güzel.




Yine hüzünlü...
Ve hüzünün güzelliği ile dolu...
Acaba aşağıdaki yazı da "biten" bir ilişkinin ardından hissedilen o yoğun hüznün etkisiyle mi yazılmıştı? Belki de biten bir yaz aşkının ardından, bir Eylül ayında...

"Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti.
Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı.
Hayatın matematiği farklı; iki yarımı toplayınca bir etmiyor.
İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor.
Önce yalnızdık...
9 ay boyunca karanlık bir yerde dışarı çıkmayı bekledik ve dünyaya ağlayarak geldik. Pişman gibiydik. Ya da mecburen gelmiş gibi. Biraz büyüdükten sonra, kendimizi bildiğimiz anda, içimizi kemiren, kalbimizi kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik: Bir yerde bir eksik var.
Korktuk. "Bunun sebebi ne?" diye sorduk kendimize. Cevabı yapıştırdık:
"Demek ki sahip olmadığımız bir şeyler var. O yüzden eksiklik hissediyoruz."
Peki, neye sahip olmamız gerekiyor?
Çocukken, "yaşımız küçük" diye düşündük. Her istediğimizi yapamıyoruz. Kurallar, yasaklar var. Büyüyünce herşey yoluna girecek.
Büyüdük... Bir şey değişmedi. Yine huzursuzduk. İçimizden bir ses aynı sözcükleri fısıldıyordu: "Bir eksik var."
Kafamız karıştı. Nasıl kurtulacağız bu iğrenç duygudan? Nasıl geçecek bu?
Aklımıza yeni cevaplar geldi: Okulu bitirince geçecek. İşe girince geçecek. Para kazandık. İçki içtik. İlaç içtik.
Geçmedi. "Bir yerde bir eksik var" hissi, hala orada duruyordu.
Bu sefer de "Sevgilimiz olunca geçecek" dedik. "Yalnızlığımız sona erince bu illetten kurtulacağız." Beklemeye başladık.
Derken, biri çıktı karşımıza. Aşık olduk. Ve anında başka biri olduk. Daha güçlü, daha güzel, daha akıllı biri. Hesap cüzdanları, kartvizitler, hatta ilaçlar bile böyle hissetmemizi sağlamamıştı.
Sevgilimizin gözlerinde, daha önce bize verilmemiş kadar büyük sevgi ve hayranlık gördük. Sevgilimizin gözlerinde Tanrı' yı gördük. Işığı gördük.
"Tünelin ucundaki ışık bu olmalı" diye düşündük "kurtulduk".
Sonra bir gün, daha dün bize deli gibi aşık olan insan çekip gidiverdi. Ya da artık eskisi gibi sevmediğini söyledi. Ya da başka birine aşık olduğunu söyledi. Ya da daha kötüsü, başka birine aşık oldu ama söylemedi. Telefonu açmamasından, elimizi tutmamasından, sevişmemesine bahane bulmak zorunda kalmamak için biz uyuduktan sonra yatağa gelmesinden anladık, bir terslik olduğunu. Belki de sevmekten vazgeçen veya terk eden sevgilimiz değildi, bizdik. Fark etmez.
Sonuçta aşk bitti.
Şimdi her yer bomboş. Şimdi tekrar yalnızız. Başladığımız yere döndük.
Yıllarca uğraştık, eksiğin ne olduğunu bulamadık. Halbuki her şeyi denedik, her yere baktık.
Öyle mi?
Bakmadığımız bir yer kaldı. İçimize bakmadık.
Eksik parçayı dışarda aradık ama içimizde saklı olabileceğini akıl etmedik.
Birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye uğraştık ama kendimizi sevmedik.
Şaşıracak bir şey yok, tabii ki sevmedik. Kendimizi sevsek bu kadar koşturur muyduk? Canımız yanmasın diye duvarların ardına saklanır mıydık? Kendimizi boş sanıp doldurmaya uğraşır mıydık? Terk edilmekten korkar mıydık?
Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti. Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı. Hayatın matematiği farklı; iki yarımı toplayınca bir etmiyor. İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor.
"Herkes beni sevsin" diye uğraşınca kimse gerçekten sevmiyor, herkes sevgisine şart koyuyor, sınır koyuyor. Oysa "kendime duyduğum sevgi bana yeter" diye düşününce, kendimizi olduğumuz gibi kabullenince yarım tamamlanıyor. Herşey bir oluyor.
İşte o zaman perde aralanıyor. Acı diniyor.
İşte o zaman başka 'bir'iyle bir araya gelerek, hesabın kitabın, korkunun kaygının hüküm sürdügü sahte bir sevgi yerine, gerçek bir sevgi yaratılabiliyor.
Sonsuz sevgilerimle..."

Yazarı bilinmiyor.

Hayata iyi bakın

Blueman

16.09.2005

* Ağustos dolunayı ve zaman

Bir spor salonundaki koşu bantlarında koşan ve yürüyenler o süre içinde akıllarından neler geçirirler acaba? Kimbilir ne hayaller, ne problemler ve ne endişeler...

O 20 dakika veya yarım saati bile değerlendirmek için gösterge panosuna bir dergi dayayıp egzersiz boyunca birşeyler okumaya çalışanlar da var, uzak ufuklara dalıp gidenler de...

Ben dün ilk kez koşu bandının elektronik göstergesinde akıp giden saniyelere yoğunlaştım. Gözümü ayırmadan dakikalar boyunca birbirini takip edip duran saniyeleri ve bunu ifade eden kırmızı lambaların önceden ayarlanmış şekilde yanıp sönmelerini izledim.

Ve zamanın bir su gibi akışı karşısında hipnotize oldum.

Geri dönmeyi bir yana bırak... Durmayı bırak... Yavaşlamıyorlar bile.

O süre boyunca dakikada 170'e çıkan kalp atışlarım, kendilerine ayrılan kontenjanı birer birer dolduruyorlardı o geçen her saniye ile. Geçen her birkaç saniyede bir kırptığım gözkapaklarım doğduğumdan beri kimbilir kaçıncı milyon kere kırpılıyorlardı. Aldığım her nefesi bir sonraki takip ediyordu ve sonuncusuna kadar daha kaç tane kalmıştı?

Geride kalan her an bundan sonraki hayatın başlangıcıydı.



Her 28 günde bir geceleri aydınlatan dolunay sürüp giden bir döngüyü işaret ediyordu. Ve geçen bir 28 günü daha...

Hayatın değerini bilmenin ve her anını doyasıya yaşamaya çalışmanın önemini hatırlamak için alıp verdiğimiz nefeslere konsantre olup "farkına varmak" yeterli gibi geldi.

Hayata iyi bakın

Blueman

19.08.2005

* Temmuz dolunayı ve aya kadar giden balon

"Küçükken cevabını merak ettiğim bir sürü soru vardı:
Yürüdüğümüzde ay neden bizi takip eder?
Ellerim suda çok kalınca neden buruşur?
Gökkuşağının sonu var mıdır ve sonunda bir kese altın bulunur mu?
Gökyüzüne bırakılan bir balon ne kadar uzağa gider?
Küçükken bir balonun ne kadar uzağa gidebileceği ile ilgili denemem başarısızlıkla sonuçlandı.
Küçük bir çocuğa ait bir yazı:
BU BİLİMSEL BİR DENEYDİR. BALONLA BİRLİKTE YAZIYI BULAN LÜTFEN BANA BALONU NERDE BULDUGUNU BİLDİRSİN. BÖYLELİKLE BİR UÇAN BALONUN NE KADAR UZAĞA GİDEBİLECEĞİNİ TESPİT EDECEĞİM.
Notu yazan çocuk balonu gökyüzüne bırakır.
Uzun süre gönderdiğim balondan haber bekledim. Ama hiçbir haber gelmedi. Ben de şöyle bir tahminde bulunmuştum: balonum o kadar uzaklaşmıştı ki atmosferi de geçerek uzaya kadar uçmuş ve bir başka gezegene düşmüştü. Uzaylılar bizim dünyamıza ait yazıyı okumayı bilmedikleri için yazdıklarımı anlamamışlardı. Ya da nota bana ulaşacakları telefon ve adresi yazmamış olmamla bir ilgisi olabilirdi!"

diye birşeyler yazmış birileri... Bu dolunayda bana ulaşıverdi. Kimbilir o çocuk kafamızla neler düşünüyor, neler hayal ediyorduk o zamanlar?... Sonra öğrendikçe bildik, bildikçe gerçekleri fark ettik... Ve gerçekleri fark ettikçe, hayatı her geçen tecrübe, hayalkırıklığı ve acıyla birlikte daha yakından tanıyıp "ona karşı gardımızı aldıkça", çocukluğumuzun ve çocuk duygularımızın geçmişte bir yerlerde takılı kaldığını da fark etmeye başladık. Artık bir balonun nereye kadar gidebileceğini merak etmiyor, bununla ilgili hayaller kurmuyor ve atmosferde bir yerlerde patlayacağını "biliyorduk"... Hayatta kalabilmek ve güvencede olabilmek için para kazanmak zorundaydık ve para kazanmak hiç de kolay değildi. Sürekli bir mücadele ve koşuşturma içinde hem çocukluğumuz, hem de hayallerimiz bir perdenin arkasında kaldılar yavaş yavaş.
Sonra yaşlar ilerleyip, bizler veya çevremizdekiler birer birer çocuk sahibi olmaya başlayınca belki de onlarla birlikte kendi çocukluklarımıza biraz da olsa bir geri dönüş yapabilme ve o coşkuyu tekrar hatırlama şansı bulduk. Ama hayat o çocuğun bakımını ve güvencesini sağlayabilmek adına daha da zorlaşmış, belki daha çok para kazanılması gerekmişti. Bu da daha çok koşuşturma ve mücadele demekti. Sonra o perde daha da bir kalınlaşmaya ve çocukluk hayalleri giderek artık hiç hatırlanmaz olmaya başlayacaktı. Onca yıl süren koşuşturma emeklilik ile hafiflediğinde ise insan hayatında yeni bir çocukluk dönemi yanı yaşlılık başlayacaktı.

Anlaşılan içimizdeki çocuk her zaman orada ve hep bir yerlerde, bir fırsatını bulup ortaya çıkmayı bekliyor. Yerinde duramıyor ve bastırıldıkça canı sıkılıyor. İçlerindeki çocuğu hiç kaybetmeyen, sürekli hayata merak eden gözlerle bakan insanlardan da mucitler, kaşifler, gezginler çıkıyor. Hayat içindeki çocuğun ortaya çıkmasına imkan veren bir futbol maçında, bir tavla oyununda, bir tatil köyündaki kaydıraklı havuzda daha da bir yaşanılır oluyor insanlar için... Ve yaşam coşkusu ancak o "çocukluk" anlarında hissediliyor insanların yüreğinde...
Hepimiz sürekli akıp duran bu hayat ırmağının içinde bir yerlere tutunmaya ve ruhumuzun arzuladığı şekilde yol alabilmeyi başarma mücadelesi içinde bir an da olsa durabilmeyi ve gökyüzüne, nereye kadar gideceğini merak edeceğimiz bir balon göndermeliyiz bence.
Yıllar geçip yaşlarımız birer birer artarken içimizdeki çocuğun ellerinden tutmayı ve hayata onun meraklı, heyecanlı gözleriyle bakmayı unutmadığımız bir hayat dilerim.

Hayata iyi bakın

Blueman

21.07.2005

* Hayat nefes alıp vermek midir?

"Hayat nefes alıp vermekten ibaret değildir; esas nefesimizin kesildiği anlardır gerçekten yaşamımızı oluşturan..."


(Will Smith'in başrolde olduğu) "Hitch" filminden...

Bazen eğlencelik bir komedi filminde çarpıverir tek bir cümle bizi...


Hayatınızda "nefesinizin kesildiği" anların bol olması dileklerimle.

Hayata iyi bakın


Blueman


14.07.2005


* İstanbul'da Hayatın Güzel Anları

Bazen çok erken uyanıp, güneşin doğuşuyla birlikte sokaklarda olmak ve çevreyle bütünleşmek insana öyle bir enerji veriyor ki duygular bir şekilde paylaşılmak isteniyor. Tıpkı aşağıdaki yazıdaki gibi...

"İstanbul dışında yaşayan arkadaşlar bana kızmasınlar ama bunu yazmak zorundayım. Bu sabah sıcaktan uyuyamayıp saat 05:00’de kalktım. Her iki yanı da çınarlarla çevrili caddemizden denize doğru yürüdüm. Zaten caddenin en yukarısından bile Boğaz görünür. Sahile vardığımda minik bir taka kıyıya sürtünürcesine geçiyordu. Ne trafik, ne gürültü o erken saatte sadece denizin kokusu ve martıların sesi vardı. Sonra açıktan çocukluğumdan beri gördüğüm çok eski bir Rus turist gemisi geçti. Biz daha altı yaşımızdayken onu Boğaz’da görünce Karadeniz’de yaşayan halamızı getiriyor sanırdık. Ben kırk dokuz yaşıma geldim, o gemi hala tüyleri sararmış yaşlı bir kuğu gibi Boğaz'da süzülüyordu. Dayanamayıp Salacak'a tam Kızkulesi'nin karşısındaki sahile gidip oturdum. Tarihi yarımadanın silüeti, Marmara açıklarından İstanbul limanına girmekte olan gemilerin görüntüleri, yosun kokusu, insanın yüzüne çarpan esinti ve yine martılar o saatte öylesine güzeldiler ki insan hemen o anki duygularını yazıya, şiire dökmek istiyor. İstanbul silüetine bakarken aklıma ister istemez şairin: "Git bu mevsimde gurup vakti Üsküdar'a Cihangir'den bak" ile başlayan dizeleri geliyor. Ben tam tersini yaptım: Sabah çok erken Üsküdar'dan karşılara baktım. Yeni doğmuş güneşin ışıkları Cihangir'in evlerinin camlarında masalsı görüntüler oluşturmuştu. Bu kadar çok memleket gezdiğim halde İstanbul kadar güzel başka bir kent göremedim. Bu şehirde insan günün hemen her saati denizle, martılarla, yosun kokusuyla, balıklarla, dünyanın dört bir yanından gelip ya transit geçen, ya da liman yapan gemilerle akraba gibi oluyor. Günün koşuşturmacası içince farkına varamasak da oradalar. Hele şehir hatları vapurları arkalarında beyaz köpükler bırakarak iskelelerde manevralar yapmaya başlayınca İstanbullular olarak ne kadar şanslı olduğumuzu anladım. Şirin birer oyuncak gibi Boğaziçi’nde süzülen bu güzelim vapurları bizden almamalarını diliyorum. Hepinize önerim ise: Nerede yaşarsanız yaşayın bu güzel yaz günlerinde bir sabah erken saatlerde, sıcak basmadan ortalık kalabalıklaşmadan gelip Salacak'da Kız Kulesi’ne karşı oturup tarihi yarımadayı, vapurları, martıları seyredin, bir çay için. Buna gerçekten değiyor çünkü.
Sevgiler.
Mehmet Ünver"

Hayata iyi bakın

Blueman

13.07.2005

* Hollywood filmlerinden en iyi 100 replik (listenin tamamı)


1. "Frankly, my dear, I don't give a damn." - GONE WITH THE WIND - 1939
2. "I'm going to make him an offer he can't refuse." - THE GODFATHER - 1972
3. "You don't understand! I coulda had class. I coulda been a contender. I could've been somebody, instead of a bum, which is what I am. " - ON THE WATERFRONT - 1954
4 . "Toto, I've got a feeling we're not in Kansas anymore." - THE WIZARD OF OZ - 1939
5. "Here's looking at you, kid." - CASABLANCA - 1942
6. "Go ahead, make my day." - SUDDEN IMPACT - 1983
7. "All right, Mr. DeMille, I'm ready for my close-up." - SUNSET BLVD. - 1950
8. "May the Force be with you." - STAR WARS - 1977
9. "Fasten your seatbelts. It's going to be a bumpy night." - ALL ABOUT EVE - 1950
10. "You talking to me?" - TAXI DRIVER - 1976
11. "What we've got here is failure to communicate." - COOL HAND LUKE - 1967
12. "I love the smell of napalm in the morning." - APOCALYPSE NOW - 1979
13. "Love means never having to say you're sorry." - LOVE STORY - 1970
14. "The stuff that dreams are made of." - THE MALTESE FALCON - 1941
15. "E.T. phone home." - E.T. THE EXTRA-TERRESTRIAL - 1982
16. "They call me Mister Tibbs!" - IN THE HEAT OF THE NIGHT - 1967
17. "Rosebud." - CITIZEN KANE - 1941
18. "Made it, Ma! Top of the world!" - WHITE HEAT - 1949
19. "I'm as mad as hell, and I'm not going to take this anymore! - NETWORK - 1976
20. "Louis, I think this is the beginning of a beautiful friendship." - CASABLANCA - 1942
21. "A census taker once tried to test me. I ate his liver with some fava beans and a nice Chianti." - THE SILENCE OF THE LAMBS - 1991
22. "Bond. James Bond." - DR. NO - 1962
23. "There's no place like home." - THE WIZARD OF OZ - 1939
24. "I am big! It's the pictures that got small." - SUNSET BLVD. - 1950
25. "Show me the money!" - JERRY MAGUIRE - 1996
26. "Why don't you come up sometime and see me?" - SHE DONE HIM WRONG - 1933
27. "I'm walking here! I'm walking here!" - MIDNIGHT COWBOY - 1969
28. "Play it, Sam. Play 'As Time Goes By.' " - CASABLANCA - 1942
29. "You can't handle the truth!" - A FEW GOOD MEN - 1992
30. "I want to be alone." - GRAND HOTEL - 1932
31. "After all, tomorrow is another day!" - GONE WITH THE WIND - 1939
32. "Round up the usual suspects." - CASABLANCA - 1942
33. "I'll have what she's having." - WHEN HARRY MET SALLY - 1989
34. "You know how to whistle, don't you, Steve? You just put your lips together and blow." - TO HAVE AND HAVE NOT - 1944
35. "You're gonna need a bigger boat." - JAWS - 1975
36. "Badges? We ain't got no badges! We don't need no badges! I don't have to show you any stinking badges!" - THE TREASURE OF THE SIERRA MADRE - 1948
37. "I'll be back." - THE TERMINATOR - 1984
38. "Today, I consider myself the luckiest man on the face of the earth." - THE PRIDE OF THE YANKEES - 1942
39. "If you build it, he will come." - FIELD OF DREAMS - 1989
40. "Mama always said life was like a box of chocolates. You never know what you're gonna get." - FORREST GUMP - 1994
41. "We rob banks." - BONNIE AND CLYDE - 1967
42. "Plastics." - THE GRADUATE - 1967
43. "We'll always have Paris." - CASABLANCA - 1942
44. "I see dead people." - THE SIXTH SENSE - 1999
45. "Stella! Hey, Stella!" - A STREETCAR NAMED DESIRE - 1951
46. "Oh, Jerry, don't let's ask for the moon. We have the stars." - NOW, VOYAGER - 1942
47. "Shane. Shane. Come back!" - SHANE - 1953
48. "Well, nobody's perfect." - SOME LIKE IT HOT - 1959
49. "It's alive! It's alive!" - FRANKENSTEIN - 1931
50. "Houston, we have a problem." - APOLLO 13 - 1995
51. "You've got to ask yourself one question: 'Do I feel lucky?' Well, do ya, punk?" - DIRTY HARRY - 1971
52. "You had me at "hello." " - JERRY MAGUIRE - 1996
53. "One morning I shot an elephant in my pajamas. How he got in my pajamas, I don't know." -
ANIMAL CRACKERS - 1930
54. "There's no crying in baseball!" - A LEAGUE OF THEIR OWN - 1992
55. "La-dee-da, la-dee-da." - ANNIE HALL - 1977
56. "A boy's best friend is his mother." - PSYCHO - 1960
57. "Greed, for lack of a better word, is good." - WALL STREET - 1987
58. "Keep your friends close, but your enemies closer." - THE GODFATHER II - 1974
59. "As God is my witness, I'll never be hungry again." - GONE WITH THE WIND - 1939
60. "Well, here's another nice mess you've gotten me into!" - SONS OF THE DESERT - 1933
61. "Say "hello" to my little friend!" - SCARFACE - 1983
62. "What a dump." - BEYOND THE FOREST - 1949
63. "Mrs. Robinson, you're trying to seduce me. Aren't you?" - THE GRADUATE - 1967
64. "Gentlemen, you can't fight in here! This is the War Room!" - DR. STRANGELOVE - 1964
65. "Elementary, my dear Watson." - THE ADVENTURES OF SHERLOCK HOLMES - 1929
66. "Get your stinking paws off me, you damned dirty ape." - PLANET OF THE APES - 1968
67. "Of all the gin joints in all the towns in all the world, she walks into mine." - CASABLANCA - 1942
68. "Here's Johnny!" - THE SHINING - 1980
69. "They're here!" - POLTERGEIST - 1982
70. "Is it safe?" - MARATHON MAN - 1976
71. "Wait a minute, wait a minute. You ain't heard nothin' yet!" - THE JAZZ SINGER - 1927
72. "No wire hangers, ever!" - MOMMIE DEAREST - 1981
73. "Mother of mercy, is this the end of Rico?" - LITTLE CAESAR - 1930
74. "Forget it, Jake, it's Chinatown." - CHINATOWN - 1974
75. "I have always depended on the kindness of strangers." - A STREETCAR NAMED DESIRE - 1951
76. "Hasta la vista, baby." - TERMINATOR 2: JUDGMENT DAY - 1991
77. "Soylent Green is people!" - SOYLENT GREEN - 1973
78. "Open the pod bay doors, HAL." - 2001: A SPACE ODYSSEY - 1968
79. "Striker: Surely you can't be serious.
Rumack: I am serious…and don't call me Shirley." - AIRPLANE! - 1980
80. "Yo, Adrian!" - ROCKY - 1976
81. "Hello, gorgeous." - FUNNY GIRL - 1968
82. "Toga! Toga!" - NATIONAL LAMPOON'S ANIMAL HOUSE - 1978
83. "Listen to them. Children of the night. What music they make." - DRACULA - 1931
84. "Oh, no, it wasn't the airplanes. It was Beauty killed the Beast." - KING KONG - 1933
85. "My precious." - THE LORD OF THE RINGS: TWO TOWERS - 2002
86. "Attica! Attica!" - DOG DAY AFTERNOON - 1975
87. "Sawyer, you're going out a youngster, but you've got to come back a star!" - 42ND STREET - 1933
88. "Listen to me, mister. You're my knight in shining armor. Don't you forget it. You're going to get back on that horse, and I'm going to be right behind you, holding on tight, and away we're gonna go, go, go!" - ON GOLDEN POND - 1981
89. "Tell 'em to go out there with all they got and win just one for the Gipper." - KNUTE ROCKNE ALL AMERICAN - 1940
90. "A martini. Shaken, not stirred." - GOLDFINGER - 1964
91. "Who's on first." - THE NAUGHTY NINETIES - 1945
92. "Cinderella story. Outta nowhere. A former greenskeeper, now, about to become the Masters champion. It looks like a mirac...It's in the hole! It's in the hole! It's in the hole!" -
CADDYSHACK - 1980
93. "Life is a banquet, and most poor suckers are starving to death!" - AUNTIE MAME - 1958
94. "I feel the need - the need for speed!" - TOP GUN - 1986
95. "Carpe diem. Seize the day, boys. Make your lives extraordinary." - DEAD POETS SOCIETY - 1989
96. "Snap out of it!" - MOONSTRUCK - 1987
97. "My mother thanks you. My father thanks you. My sister thanks you. And I thank you." - YANKEE DOODLE DANDY - 1942
98. "Nobody puts Baby in a corner." - DIRTY DANCING - 1987
99. "I'll get you, my pretty, and your little dog, too!" - WIZARD OF OZ, THE - 1939
100. "I'm king of the world!" - TITANIC - 1997

Hayata iyi bakın

Blueman

07.07.2005

2.11.07

* Hollywood filmlerinden en iyi 100 replik

"Hollywood'da yaşayan 1500 sinemacı, aktör ve film eleştirmeninin oylamasıyla 'gelmiş geçmiş en iyi film repliği' seçildi. Bir numarada 1939 yapımı klasik "Rüzgar Gibi Geçti"de Clark Gable'ın Vivien Leigh'ye söylediği "Kısaca hayatım, umurumda bile değil" cümlesi yer alıyor. ("Rhett, if you go, where shall I go? What shall I do? "Frankly, my dear, I don't give a damn.")


Marlon Brando ise iki repliğiyle ikinci ve üçüncü sırada yer aldı. Efsane oyuncunun "Baba" filmindeki "Ona öyle bir teklif yapacağım ki reddedemeyecek" repliği ikinci olurken, "On the Waterfront"daki "Ben de yarışmacı olabilirdim" üçüncü sıraya yerleşti.


Judy Garland'ın "Oz Büyücüsü"ndeki "Toto, içimde artık Kansas'ta değilmişiz gibi bir duygu var" repliği dördüncü oldu.


Beş numarada ise "Casablanca"da Humprey Bogart'ın İngrid Bergman'a söylediği "İşte burada durmuş sana bakıyorum yavrum" var.


100 replikli listede "Rüzgar Gibi Geçti"den iki cümle daha yer alıyor: Leigh'nin "Her şey bir yana, yarın başka bir gündür (No 31) ve "As God is my witness, I'll never be hungry again" (Tanrı şahidim olsun ki bir daha acıkmayacağım" (No 59).


İlk 10

6. "Go ahead, make my day," (Clint Eastwood - Sudden Impact)
7. "Tamam, Mr. DeMille, yakın çekim için hazırım" (Gloria Swanson - Sunset Bulvarı)
8. "Güç seninle olsun" (Star Wars)
9. "Kemerlerinizi bağlayınız. Biraz çalkantılı bir gece olacak" (Bette Davis - All About Eve)
10. "Benimle mi konuşuyorsun?" (Robert De Niro - Taxi Driver)


Altı ayrı replikle başı çeken "Casablanca"daki ünlü "Sanırım bu güzel bir dostluğun başlangıcı" (No 20) ve "Çal, Sam. As Time Goes By'ı çal" cümleleri de (No 28) kuşkusuz atlanılmamış."

Basından

Bunlar arasında benim 1 numaram "Güç seninle olsun" ve 2 numaram da "Benimle mi konuşuyorsun?" olurdu herhalde. Arnold'un Terminator'deki "I'll be back", "Hasta La Vista baby" veya "Come with me if you want to live"i, Jim Carrey'nin "Truman Show"daki "Goodmorning... In case I don't see you, goodafternoon, goodevening and goodnight"ı ya da "Mask"taki "Somebody stop me"si, Mike Myers'ın "Austin Powers"daki "It's good to be me"si, Mickey Rourke'un "Angel Heart"daki "I know who I am" çığlıkları, Freddie Krueger'ın "Nightmare On Elm Street"deki "Arzularınız benim için emirdir" gibi ilk anda aklıma gelen unutulmaz daha nice replik hafızalarımda yer ediyor. Ben bir bakayım listenin tamamını bulabilecek miyim?

Sizin de unutamadığınız, çok sevdiğiniz film replikleri var mı? Bir düşünün bakalım...

Hayata iyi bakın

Blueman

06.07.2005

* Haziran dolunayı

Bugün yılın en uzun 2. günüydü. Dün yaz başladı sessiz sedasız. Bahar veda etti neşeyle... Son bir yağmur yağdı şiddetle, az ileride güneş parıldarken...

Bu ayki dolunay senenin tüm dolunayları içinde gökyüzünde en kısa yolu izleyeni... Yani en büyük ve en parlak görebileceğimiz dolunay...

Belki tutarız sevdiğimizin elinden ve atarız kendimizi bir kıyıya. Oturur mehtabın geceyi aydınlatan ışıltısı içine, sohbet ederiz tatlı tatlı... Belki o enfes ışığın içinde kaybolur gider, hayallerimizin bizi götürdüğü kimbilir ne diyarlarda gezinir geliriz.

Dışarıda ve güzellikler içinde olmak diler gönül bu gece...

Silent thief Sessiz hırsız
Take me away Al götür beni uzaklara
Let my soul rest in the realm of fairytales Bırak ruhum peri masallarının ülkesinde dinlensin
And as the fire enlightens the dark Ve ateş karanlığı aydınlatırken
I see the face bewildered with guilt Suçlulukla şaşkın haldeki yüzü görüyorum
And nobody's speaking a word Ve kimse tek bir kelime etmiyor

Hayata iyi bakın

Blueman

22.06.2005

* Mavi Oda

Mavi Oda'dasın ve bir şekilde oradan çıkmanın yolunu bulmalısın.
http://www.fasco-csc.com/works/bluechamber/index_e.php

Bu oyunu bitirenler "Kızıl Oda'dan sonra hayalkırıklığı oldu, o daha iyiydi" demişler.
http://www.fasco-csc.com/works/crimson/crimson_e.php

Oradan çıkmayı başarırsan da Viridian Room'dan çıkmaya uğraşabilirsin.
http://www.fasco-cs.com/works/viridian/index_e.html

Hayata iyi bakın

Blueman

21.06.2005

* Çok güzel bir bilmece

Eskiden çözdüğümüz kurt, kuzu, ot bilmecesinin geliştirilmiş hali. Bu bilmeceyi kolayca çözmüş olmak iş dünyasında ne gibi bir avantaja sahip olunduğunu gösterebilir?

Pratik zeka, her adımı önceden planlayarak atma, kendini her adımda güvene alma ...?

Hayat ve insan ilişkileri, bir bilmeceyi kolayca çözebilmekten çok daha mı karmaşık yoksa?

"Şu anda Japonya'da iş başvurularında aşağıdaki linkteki IQ testi veriliyormuş!
Linkten, büyük mavi yuvarlağı tıklayın.
Oyunun kuralı:
"Herkes nehirin öteki kıyısına geçmeli"
Sala binecek kişilerin üzerine, salı karşıya geçirmek içinse kırmızı yuvarlaklara tıklamak gerekiyor.
Kurallar:
Bir seferde sadece 2 kişi sala binebilir.
Baba, anneleri yokken kızların hiçbiri ile sala binemez.
Anne de babaları yokken oğullarından hiçbiri ile sala binemez.
Hırsız, polis yokken aile ile yalnız kalamaz.
Salı kullanmayı da sadece anne, baba ve polis biliyor!
Kolay gelsin!
http://freeweb.siol.net/danej/riverIQGame.swf "

Hayata iyi bakın

Blueman

10.06.2005

* Çok sevdiğim bir kitaptır

“Alman yazar Patrick Süskind'in dünyaca ünlü kitabı 'Das Parfüm' (Koku) beyazperdeye uyarlanıyor. Alman Bunte dergisinin internet sayfasında yer alan habere göre, filmde parfümcü Guiseppe Baldini'yi Hollywood'un ünlü yüzü Dustin Hoffman canlandıracak.
18'inci yüzyılda Paris'te geçen romanın baş karakteri Jean-Baptiste Grenouille'i ise 24 yaşındaki İngiliz Ben Whishaw oynayacak.
Doğuştan ten kokusu olmayan ama müthiş bir koku alma duyusuna sahip olan Jean-Baptiste Grenouille'i konu alan filmin 12 Temmuz'da başlayacak çekimleri Barselona ve Münih'te gerçekleşecek. Yapımın yönetmenliğini ise 'Koş Lola Koş'un yönetmeni Tom Tykwer üstlendi. 66 milyon dolar bütçe ile çekilecek filmin 2006 sonbaharında vizyona girmesi planlanıyor.

41 Dile Çevrildi

İlk kez 1985 yılında yayımlanan 'Koku' Almanca'dan 41 dile çevrildi ve 12 milyondan fazla satarak müthiş bir başarı yakaladı. Alman Spiegel dergisinin 9 yıl boyunca 'best seller' listesinde kalan ve Türkçe'ye de çevrilen kitap, ABD, Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya ve Japonya'da da çok satanlar listelerinde başı çekti. Kitapta doğuştan ten kokusu olmayan ama çok iyi bir koku alma duyusuna sahip olan Jean-Baptiste Grenouille adlı Fransız gencin..........” (sansür - kitabı henüz okumayanlar için heyecanını kaçırmamak için)

Hayata iyi bakın

Blueman

07.06.2005

* Mayıs dolunayı

"Su neredeyse lacivertle gri arasında bir renkte aksi aksi salınırken yola çıkıldı. Önce güneş çarptı göze... Kıpkırmızı... Bütün günü aydınlatmanın yorgunluğunun üstüne, "hoşçakal" demeye hazırlandığı o saatlerde bile nasıl da görkemliydi.... Sarıyer sırtlarından yok olup giderken, en eski tutkusu, sevgilisi göstermeye başladı yüzünü... Ay doğuyordu... Tıpkı ilk kez topuklu ayakkabı giymiş bir genç kız gibi ürkek, şaşkın biraz da utangaç bir edayla boy gösterdi Beykoz'un ardından... Çok kısa bir süre göz göze geldiler güneşle... Bu iki kavuşamayan sevgilinin teması, yine birkaç dakikayı geçememişti.... Güneş gitti, bir veda öpücüğü bile konduramadan... Peşi sıra, en büyük rakibi gece geldi... Artık ay o genç kız çekingenliğini üzerinden atmış, boy gösteriyordu İstanbul semalarında salına salına.. Pırıl pırıldı, ulaşılmazdı.. Denizle dalga geçiyor, onu bir parlatıyor bir karanlıkta bırakıyordu.
Alçak sesle hoş melodiler, lezzetli şaraplar eşlik etti geceye... Teknenin sesi duyulmuyordu bile... Ay yükseldikçe sular karardı, sular karardıkça ay oyunlarına yenisini kattı... Sabaha karşı herkes yenik düştü uykuya.. Güneş doğdu, bir umut sevgilisine bakındı... Yazık... Vuslat denilen o bir iki dakikalık temas, başka mehtaba kalmıştı."

Kediii the dancer - 15.04.2005 / Ekşi Sözlük

Hayata iyi bakın

Blueman

23.05.2005

* Nisan dolunayı ve denize özlem

Deniz Humması

Yine denizlere dönmeliyim, ıssız denize, semaya
Bütün istediğim bir gemi ve yolunu gösteren bir yıldız;
Çark vursun, rüzgar söylesin, beyaz yelkenler çarpsın havaya
Ve denizde sisli bir fecir, bir fecir istediğim yalnız.
Yine denizlere dönmeliyim, dalgaların çağrışına
Öyle hoyrat, öyle saf bir çağırış ki karşı durulmaz buna;
Bütün istediğim rüzgarlı bir gün bulutların yarışı,
Savrulan köpükler, serpintiler, martıların haykırışı.
Yine denizlere dönmeliyim, serserilik hayatına,
Martılarla, balinalarla o keskin rüzgarlı yollara;
Bütün istediğim yolculuğun sonunda, bıkıncaya dek
Uyumak, rüya görmek ve bir gemici masalı dinlemek..

John Masefield - 1878

Çeviren: Melih Cevdet Anday





Sea Fever

I must go down to the sea again, to the lonely sea and the sky,
And all I ask is a tall ship and a star to steer her by;
And the wheel's kick and the wind's song and the white sail's shaking,
And a grey mist on the sea's face, and a grey dawn breaking.
I must go down to the seas again, for the call of the running tide
Is a wild call and a clear call that may not be denied;
And all I ask is a windy day with the white clouds flying,
And the flung spray and the blown spume, and the sea-gulls crying.
I must go down to the seas again, to the vagrant gypsy life,
To the gull's way and the whale's way where the wind's like a whetted knife;
And all I ask is a merry yarn from a laughing fellow-rover,
And quiet sleep and a sweet dream when the long trick's over

John Masefield - 1878

Deniz kokusu, güneşi, mehtabı, yaşam coşkusu bol günler olsun...

Hayata iyi bakın

Blueman

25.04.2005

* Mart dolunayı



“Garip bir geceydi. Sanki kader bu geceyi çok önceden tasarlamış ve bizi sınamıştı. Pırıl pırıl parlayan bir ay ve mors alfabesiyle birbirine işaret veren yıldızlar vardı... kader... kısmet...
Yapraklar arasında rüzgarın tiz sesi yarattığı melankolik müzikle içime doldu. Böylesine güzel bir gecede çirkin bir olay yaşanabilir mi?
Belki de damda çok uzun kaldık.
...

İlk gece tren istasyonunda bizi karşıladığını sandığım ihtiyar baykuşun sesi tekrar duyuldu. Gecenin ani soğukluğuyla gri sis dalgaları yükselmeye başladı yeniden. Ağır ağır damı kaplamaya hazırlanıyordu.
Soğuk bulutların, gri sisin arasından tek görebildiğimiz, Tanrı'nın gözü gibi parlayan dolunaydı.
Sebebini pek bilmiyorum, büyük ihtimalle bu satırların gerisinde yüzen suçluluk yüzünden dolunay beni sevdiğim her şeye karşı suçlu kıldı. Onun ışığında cömertçe yıkandığım zamanlar bile bana bu mutluluğu ödünç verdiğini hatırlattı. Cimri ayın cömert yüzü dolunay, gökyüzünde asılı kaldı.”

V.C. Andrews - "Çatı"

Bir ay daha geçti... Bir bahar daha geldi...

Hayata iyi bakın

Blueman


25.03.2005

* Enstantaneyi Yakalamak

"Prof. Dr. Üstün Dökmen Hoca son kitabı ‘’Küçük Şeyler’’de der ki: ’’Sürekli değişim içindeki dünyada, ortaya çıkan ve tekrarı mümkün olmayan bir hareketin, bir durumun fotoğrafını çekmek demektir enstantaneyi yakalamak...

Vesikalıklar enstantane değildir (Çok garip şekilde poz veririz. Hatta fotoğrafçı bizi maymuna çevirir) Ama Afgan kızının o bir anlık bakışı veya duvar dibindeki amelelerin bir anlık varoluşları birer enstantanedir.

Enstantane küçük bir andır; ama o anı yakaladığınızda, o an ömür boyu karşınızdadır.

Evet hadi tıklayın şimdi, sesi açın, arkanıza yaslanın... Sadece bügün kendiniz için sadece iki dakika..."

http://www.msnbc.com/modules/yip04/dw.asp?nStartOn=2

diye yazmış birileri...

Hayata iyi bakın

Blueman

24.02.2005

* Şubat dolunayı

"...Önünü görmek için ışığa ihtiyacı yoktu. Daha önce de, gündüzün yürürken de saatlerce gözlerini kapayıp burnunun gösterdiği yöne gitmişti. Çevredeki manzaranın çarpıcı renkleri, görmedeki göz kamaştırıcılık, birdenbirelik, keskinlik acı veriyordu. Ama ayışığına bir diyeceği yoktu. Ayışığı renk nedir bilmiyor, sadece arazinin dış çizgilerini biraz gösteriyordu. Ortalığı kirli bir griyle örtüyor, bir gece boyunca bütün canlılığı boğuyordu. Bu, içinde kimi zaman gri tarlalara bir gölge gibi düşen rüzgardan başka hiçbir şeyin kımıldamadığı çıplak toprağın dışında hiçbir şeyin yaşamadığı, kurşundan dökülmüşe benzer dünya, Grenouille'in varlığını hoşgörüyle karşıladığı tek dünyaydı, çünkü ruhunun dünyasına benziyordu."


Patrick SÜSKIND'ın "Koku" adlı romanından...


Romandaki Grenouille karakteri dünyayı sadece kokular vasıtası ile algılayabilecek kadar koku alma yetileri gelişmiş, gözleri kapalı halde bile etrafını kokular yoluyla "görebilen" bir karakterdir. Aynı zamanda insanlardan kaçan, tamamen kendi yarattığı dünyada yaşama arzusunda olan, bir film ya da kitapta rastlanabilecek en ilginç karakterlerden biri... Yukarıdaki pasaj onun karanlık iç dünyasını yansıtan bir bakış açısını yansıtmasına rağmen, benim için, dolunay zamanları içimde uyanan duyguların bir açıklamasını daha bulma şansı yarattı...
Günlük hayatın binbir renkle dolu, algılarımızı sürekli uyaran çevresel faktörlerin gözlerimizi, kulaklarımızı ve dolayısıyla beynimizi devamlı meşgul eden "kirliliğine" rağmen, dolunay ışığının tüm nesneleri gümüşi bir grilikte gösteren o dingin ve gizemli aydınlığı, su üzerinde oluşan transa geçiren ayışığı yansımaları tüm bu uyaranları en aza indirerek, hayal gücümüzü çalıştırıyor. Beynini meşgul eden tüm o günlük meseleleri bir an için bir kenara bırakıp, kendini iç dünyasına doğru gizemli bir yolculuğa çıkarmayı vaad eden bu hoş dinginliğe terkedenler için harika bir fırsattır bu... "Gerçek" (olduğunu sandığımız bir) dünyanın içinde, bir "hayal" yolculuğuna çıkmak... Hani "gerçek" dünyadan sıyrılıp, karanlık bir sinema salonuna girip bir göz yanılsamasından oluşan bir film seyretmek, film süresinde kimbilir hangi zamanda, nasıl da değişik dünyalarda dolaşmak ve sonra "gerçek" dünyaya geri dönmek gibi... Arınmak ve rahatlamak, yeniden enerji dolmak için bir fırsat...

Hayata iyi bakın

Blueman

23.02.2005