Seneca

Hayata iyi bakin
Blueman
27.12.2007
Blueman'in gözünden hayata dair...

Eski Mısır’da Isis ile Osiris’in oğlu Horus gök tanrısıydı ve sık sık bir gözle, şahin kafasıyla veya atmaca kanatlı bir yıldız diskiyle tasvir edilirdi. Horus sembolizmde genellikle, İlahi Yasalar’ın insanda vicdan tarzında belirmesini simgelerdi. Şahin kafalı Horus’un yırtıcı kuşların keskin bakışıyla tasvir edilmesi, kişinin hiçbir hareketini gözünden kaçırmayan bir ilah oluşunu, yanı vicdanın gözünden hiçbir şeyin kaçmayacağını ve insanın iç dünyasındaki hiçbir niyetini, sosyal yaşamındaki hiçbir hareketini gözden kaçırmayan merhametsiz yargıcın keskin bakışını simgelerdi. Bu, yasaların şaşmadan uygulanmasını gözeten, kişiden özellikle öte-alemde hesap soran vicdanın ifade edilişiydi. Günde yirmi dört saat uyanık ve gözleri hep açık olmalıydı; çünkü hem yasaların kıl kadar şaşmadan uygulanmasını sağlamakta, hem de ilah Seth (‘nefsaniyet’i ve kötülüğü simgeleyen ilah) ile mücadele etmekteydi. Bu yüzden Güneş ve Ay Horus’un gözleri olarak ifade edilirdi. Çünkü Güneş ve Ay’ın her ikisi nöbetleşe, gece ve gündüz insanın üzerinden eksik olmazdı, tıpkı Horus’un 24 saat açık kalan gözleri gibi... ( http://tr.wikipedia.org/wiki/Horus)
Onu en son geçen dolunayda görmüştüm.
Bir kurt başını göğe doğrultup uluyor, sanki böyle gecelerde daha da fazla zevk alır gibi.
Ağabeyi Helius'un ardından doğu ufkundan yükselerek kız kardeşi Eos'un görünmesine kadar gökyüzünde seyahat eden Selene önce saçlarını denizde yıkarmış. Dolunaylı gecelerde ay ışığında ışıl ışıl parıldayan denize baktığınızda saçlarını yıkamakta olan o güzel yüzlü tanrıçayla göz göze gelebilmeyi ve onun çapkın göz kırpışlarıyla heyecanlanmayı başarabilenlerden olabilmeyi ve bu heyecanları hiç kaybetmemeyi dilerim.
"....
Reha Erdem’in muhteşem filmi “Beş Vakit”te de bu his öylesine başarılı verilmişti ki...
Baharı Beklerken Yazılmış Şiir
“(...) Birden olduğu yerde durunca arkasından gelen, cep telefonuyla konuşan adam Caine’e çarptı. Caine öne doğru sendeledi ve elindeki kahveyi düşürdü. Devanası kılıklı zenci bir kadına çarpınca, onun mavi bir elbise giydiğinin ve elinde iki alışveriş torbası olduğunun farkına vardı. Kadın sola doğru kaçmaya çalıştı, ama dengesini kaybedince torbaları yere düştü. Kaldırımda elma ve portakallar yuvarlanmaya başladı.
Akşam eve doğru yürürken karşımda ufuktan yükselmekte olan dolunay, güneşli bir Aralık gününün ardından çöken karanlıkla epey serinleyen havada, çok hafif bulutlu açık gökyüzünde, bir hare içinde ve sarı renkteydi. Etraftaki telaşlı kalabalık, caddelerdeki onlarca otomobil ve hayatı oluşturan pek çok ayrıntı arasında kaybolup gidecek kadar küçüktü dolunay. Şöyle bir elinizi uzatsanız, baş ve işaret parmaklarınız arasında minik bir ışıklı daire halinde tutabilirdiniz onu... Etraftaki hareketten bir an olsun kendinizi sıyırabilseniz, mesela bir deniz kıyısı veya bir bahçede şöyle sessiz birkaç dakika gözlerinizi ayırmadan baksanız, giderek büyüdüğünü ve sizi içine aldığını hissederdiniz belki... Hayalleriniz sizi kimbilir nerelere alır götürürdü. Küçük bir ışıklı daire, büyür, büyür ve sizi içine alıp kimbilir ne yolculuklara çıkarırdı.




“American Psycho” Patrick Bateman adlı bir Wall Street borsacısının ilginç ruh hali ve işlediği vahşi seri cinayetler hakkında gibi görünen ve başarılı bir dönem, sistem ve yuppie eleştirisi olarak da incelemeye değer bir filmdi. Bir diğer ilginç yanı da Patrick’in kurbanlarını öldürmeden önce onlara 80’lerin bazı popüler şarkılarını dinletmesi ve bu sırada ilginç değerlendirmeleriyle ortama absürt bir hava katmasıydı. Hoşuma gittiği için paylaşmak istedim. 

Haftasonu seyrettiğim "Korkuyorum Anne", daha önce de "Kaç Para Kaç" adlı filmine (1999) hayran kaldığım yönetmen Reha Erdem'in 2 yıl gecikmeyle nihayet vizyona giren yeni filmi...Hayata iyi bakın
Blueman
20.03.2006


Nasreddin Hoca: Yılın her günü yıldızdır.

................
Bu koşunun tam olarak ne zaman başladığını bile unutmuştu. Etrafını saran ve birlikte koşturup durduğu çılgın kalabalık içinde ne olursa olsun durmamalıydı, zira durduğu anda ardından gelenlerin omuz vurmalarıyla yere devrilebilir ve ayaklar altında kalabilirdi. Önüne çıkan engellere, çukur ve tümseklere, kaya ve çalılara da takılmamalıydı, zira bir anda kendini yerde yuvarlanır halde bulabilir ve o hengamede yerden kalkmayı başarabilse bile geçen süre içinde birçoğu onun önüne geçebilirdi. Yerden kalkarak etrafı saran ve alnından, şakaklarından boynuna doğru süzülen ter damlalarına karışarak çamurlaşan toz toprak içinde görüş alanı da öylesine dardı ki, ancak önünde koşanların sırtları ve arada sırada da birden önünde beliren çalılar, kayalar ve belki sadece kısa bir süre için uzaklardaki manzaraların bir kısmını görebiliyordu. Bazen önde koşturanlardan biri yere devriliyor, kimi zaman takılmamak için ani bir refleksle onun üzerinden atlamak, kimi zaman durup ilgilenmek, yerden kalkmasına yardımcı olmak, yaralarını temizlemek, terini silmek gerekiyordu. Düştüğü her defasında yerden kalkmayı başarabilmenin ve her sabah koşuya kaldığı yerden devam edebilme gücünü bulmanın manevi yüküne, koşu sırasında her an gözünü açık tutmanın dayanılmaz stresi de ekleniyor ve böylece geçiyordu günler...