11.9.07

* Çocukken

Çocuk aklımızla bazı şeyleri bir şey sanırız da, yıllar sonra aslında onun aslında başka bir şey olduğunu anlarız ya...
İşin aslını öğrendiğimizde kendi kendimize dumur oluruz.
Öğrendiğimiz her gerçek, çocukluğa bir vedadır aslında... Giderek gerçek hayatı öğrenirken, o çocuk masumiyetine, çocuk algılarımızın yarattığı o hayal dünyasına da veda ederiz yavaş yavaş...
İşte Bülent arkadaşımın gönderdiği aşağıdaki derleme bana bunları düşündürttü...

"Bir yaz Yalova'ya giderken annem "bak zeytin ağaçları" demişti, ben de "arkasındakiler de peynir ağacı mı?" demiştim, bizimkiler kopmuştu, nerden bilecem o zamanlar peynirin ağaçta yetişmediğini...
Ben küçükken çok salaktım. Edip Akbayram'in ismini Edi zannederdim. Yani o, benim içın "Edi Pakbayram"dı.
Ablama, "Nasıl olup da koca bir günü canın sıkılmadan evde oturarak geçiriyorsun?" demiştim. "Büyüyünce insanın canı sokakta oynamak istemez ki" cevabını vermişti. Uzunca bir süre büyüyüp büyümediğimi anlamak için kendime, "Canın sokakta oynamayı istiyor mu?" diye sormuştum.
Annem erkeğin cinsel organını "pipi" kadınınkini "kutu" olarak tanımlamıştı. O zamanlar TRT'de Cenk Koray'ın sunduğu "Tele Kutu" diye bir yarışma vardı. Yarışmacılar, "Hayır Cenk Bey. Ben kutumu açmak istiyorum" deyince koşarak odadan kaçardım.
Sabahları kalktığımda aklımın hâlâ yerinde olup olmadığını anlamak için 2+2, 3+4 gibi küçük toplama işlemleri yapardım. Sonuçlar doğru olunca da çok sevinirdim.
Dedemle parka gittiğimiz bir gün TRT'ciler çekim için oradaydı. Beni oynarken çektiler. Yayın günü bizim aile jeneriğinde gözüktügüm çocuk programını izlemek için televizyon başına geçti. Kendimi ekranda görünce, "Beni niye parkta unuttunuuuz?" diye gözyaşlarına boğulmuştum.
"Geri vites" kavramım yoktu. Şöför, kolunu koltuğa atıp arkaya doğru bakınca araba otomatikman geri geri gidiyor zannederdim.
Benden büyük kuzenlerim dondurmacıların dondurma külahlarının sivri kısmıyla kulaklarını karıştırdığını söylemişti. İnanmıştım. Hâlâ da külahların sivri kısımlarını yemem. Çöpe atarım.
Babaannem bir gün ölürse sevdiğim dizilerin olmadığı bir gün ölsün istiyordum.
Abimle Karaoğlancılık oynardık. O Karaoğlan olurdu, beni de Bizans askeri yapardı. Sonra evire çevire döverdi. Çok mühim bir şey yaptığımı sandığım için canım yansa bile hiç sesimi çıkarmazdim.
Yeşil ve siyah zeytinin ayrı ağaçlarda yetiştiğini sanırdım.
Bulmacalardaki, "Annenin erkek kardeşi" kısmına dayımın beş harfli ismini sığdırmaya çalışırdım.
Anaokulunda patates baskısı yapmayı öğrenmiştik. O kadar hoşuma gitmişti ki, evde duvarlara, masa örtülerine filan basmıştım. Ancak sanat merakım annemin yeni aldığı beyaz eteğe patatesi yapıştırmamla son bulmuştu. Hem gönlünü almak hem de el koyduğu patateslerime kavuşmak için dahiyane bir fikirle öğretmenimin yanına gittim. "Annem" yazısını patatese oydurttum. Sevinçle eve gelerek soyundum. Renkli boyalara batırdığım patatesi vücudumun her tarafına bastım. Sonra da annemin karşısına geçtim. Beni o halde görünce ağlamaya başlamıştı.
Madonna ile Maradona'yı kardeş zannederdim. Kendi kendime, "Bunların babası ne şanslı be. Bir çocuğu futbolun kralı, öbürü müziğin kraliçesi" derdim.
Birinden özür dilediğim zaman Allah'ın bana bir özür vereceğini sanırdım. Sakat olacağımı düsünüp hemen "dilediğim özürü" geri alırdım.
Kurban Bayramı'nda toplanan derilerden uçak yapıldığını sanırdım. Uçakların dış yüzeyinin bu derilerle kaplandığı için Türk Hava Kurumu'nun topladığını düşünüyordum. Uçak kaçırma filmlerinde silahla ateş edildiğinde ya da bomba patladığında, "Ayyy! Deri delindi!" derdim.
"Gil" diye konuşanları fakir zannederdim.
Annem banyodan çıktıktan sonra babamın söylediği, "Sıhhatler olsun" lafını "Saatler olsun" diye anlardım. Bunun da, "Banyoda amma çok kaldın" gibi bir şey demek olduğunu sanıp babamın anneme kızdığını düşünürdüm. Annemin buna karşın niye sadece, "Sağol" dediğini merak ederdim. "Ne kibar kadın, babam kızsa da hiç muhatap olmuyor" diyerek anneme hayran, babama kıl olurdum."

Biraz da ben katkıda bulunayım:

Bir arkadaşım küçükken "yumurta"ya "danmandi" dermiş... Yıllar sonra Bangladeş'e gidip gelirken Dhanmandi'nin orada bir şehir olduğunu öğrendiğimde arkadaşımın bir önceki hayatında Bangladeş'teki bu şehirde yaşadığını ve yumurta ile ilgili bir anısının şimdiki hayatına ufak bir tortu olarak kaldığını düşünmeden edememiştim.

Yine aynı arkadaşım evde iş yapan annesine gidip "Anne insanlar balık yer mi?" diye sorar, "Evet" yanıtı alıp bir süre ortadan kaybolduktan sonra tekrar döner ve "Anne balıklar insan yer mi?" diye sorarmış. Annesi yine "Evet" yanıtını verip çocuğun merakını giderir, ama 5 dakika sonra "Anne peki insanlar balık yer mi?" sorusu tekrar gelir ve bu döngü akşama kadar devam ettiği için sonunda anne yılgın düşermiş.

Buna benzer çocukluk anılarınızı paylaşırsanız sevinirim.

Hayata iyi bakın

Blueman

19.04.2003

Hiç yorum yok: