23.10.07

* İnce Kırmızı Hat

20 yıl hiç film çekmedikten sonra 1998 yılında yönetmenliğe dönüş yapan Terrence Malick'in senaryosunu James Jones'un kitabından uyarladığı muhteşem filmi "The Thin Red Line"ı geçenlerde Türkçe dublajlı CDsinden tekrar izleyince bir kez daha büyülendim. Amerikan ordusunun 2. Dünya Savaşı sırasında Pasifik'teki stratejik önemi olan bazı adaları Japonlardan almak için giriştiği mücadeleyi temel alarak, savaşın anlamsızlığını insanın yüzüne vururken, karakterlerin her birini kendi iç dünyalarında yaşadıkları değişimle inceleyen ve savaşa felsefi açıdan yaklaşmayı başaran, hem Japon, hem de Amerikalı askerleri kendilerine özgü zaafları ile yani birer insan olarak gösterebilen, muhteşem görüntüler ve müzikler eşliğinde şiir gibi bir film "İnce Kırmızı Hat"... Özellikle sahneler arasındaki iç seslerle verilen duygu beni çok etkilediğinden paylaşmak ve filmi hala seyretmemiş olanlara tavsiye etmek istedim.

- Film tropikal adadan muhteşem doğa görüntüleri ile başlıyor...
İç ses: "Doğanın kalbindeki bu savaş da nedir? Neden doğa kendisi ile mücadele ediyor? Toprak denizle savaşıyor? Doğanın içinde intikamcı bir güç mü var? Yoksa bir değil de iki güç mü var?"

- Savaşı anlamsız bulan kahramanımız ordudan kaçıp, adadaki ilkel bir kabileyle yaşamaya başlamış ve buradaki günlerinde huzuru, barışı ve insanları birbirine ve doğaya bağlayan sevgiyi, dengeyi hissetmiştir.

İç ses: "Annemin öldüğü zamanki halini hatırlıyorum. Suratı çökmüştü, derisi grileşmişti. Ona “korkuyor musun?” diye sormuştum. Sadece kafasını sallamıştı. Onun içinde gördüğüm ölüme dokunmaktan korkmuştum. Onun Tanrı’ya dönecek olmasında hiçbir güzel veya ilahi yan görememiştim. İnsanların ölümsüzlükten bahsettiğini duydum, ama bunu hiç göremedim.
Peki ben ölürken neler hissedeceğim. O aldığın nefesin, alabileceğin son nefes olduğunu bilmek nasıl bir duygudur? Dilerim ben de ölümle annem gibi yüzleşebilirim. Onun gibi sakince... Çünkü benim göremediğim ölümsüzlük orada saklı..."

- Ağaçlar, dalların arasından süzülen güneş ışığı, renk renk kuşlar, toprak, deniz ve rüzgarda dalgalanan otlarla kaplı tepeler...

İç ses: "O kadar değişik şekillerde yaşayan kişi... Sen kimsin? Sonunda ölüm seni de yakalayacak. Sen de doğacak olan şeylerin kaynağı olacaksın. Senin zaferin, mehametin, barışın, gerçeğin... Sen ruha huzur verirsin... Ve anlayış... Ve cesaret... İnsanı rahatlatırsın."

- Yoğun bir çatışmadan sonra hayatta kalabilmiş bitkin ve yaralı askerlerin acılarını dindirmeye yardımcı olmaya çalışırken kahramanımız yine kendi içindeki yolculuğunu sürdürür.

İç ses: "Belki de her insanın, herkesin bir parçası olduğu büyük bir ruhu vardır. Aynı insanın ayrı bir yüzü... Bir büyük kendin... Herkes kendi için bir kurtuluş arıyor. Hepsi ateşten çıkartılan birer kömür gibi..."

- Yine kanlı bir köy baskınından sonra, acımasızca öldürülen onca Japon ve Amerikalı askerin içler açısı halleri, yaralıların inlemeleri, kanlar içinde hayatta kalmak için dua eden çaresiz insanlar...

İç ses: "Bu büyük kötülük acaba nereden geliyor? Bu dünyanın içine nasıl girmiş? Hangi kökten, hangi tohumdan büyümüş? Bunu kim yapıyor? Bizi kim öldürüyor? Kim ışığımızı ve hayatımızı çalıyor? Kim bizim de düşebileceğimiz durumu görüp bizimle alay ediyor? Bizim yok olmamız dünyanın çıkarına mı? Çimenlerin büyüyüp güneşin parlamasına bir katkısı var mı? Bu karanlık senin içinde de var mi? Sen de bu gecenin içinden geçtin mi?"

İç ses: "Hiçbir şey unutmanı sağlayamıyor. Her seferinde yeni baştan başlıyorsun. Savaş insana şeref kazandırmıyor... Onu köpeğe çeviriyor... Ruhunu zehirliyor. "

- Askerlerden biri çok sevdiği karısıyla geçen mutlu anlarını, eşinin salıncakta sallandığı, açık pencereden giren hafif rüzgarla sallanan tüllerin süslediği odalarında birbirlerine sevgiyle sarıldıkları günleri hatırlar...

İç ses: "Aşk... Acaba nereden geliyor? Bizim içimizdeki bu ateşi kim yaktı? Hiçbir savaş onu söndüremez. Onu ele geçiremez. Ben bir mahkumdum. Sen beni serbest bıraktın."

- Kahramanımız bu kez üniformalı ve silahlı olarak uğradığı yerli köyünde o eski sıcaklığı bulamaz, zira insanlar artık ondan korkmaktadırlar. Birlikte söyledikleri şarkılar geçmişte silikleşmiştir artık...

İç ses: "Biz bir aileydik, ama ayrılmak zorunda kalmıştık. Ve şimdi de birbirimize düştük. Her birimiz diğerinin ışığında duruyor. Bize verilen iyiliği nasıl kaybettik, gitmesine nasıl izin verdik? Nasıl onu dikkatsizce harcadık? Bizi uzanıp iyiliğe ulaşmaktan ne alıkoyuyor?"

İç ses: "İnsan ölen bir kuşa bakar ve anlamsız bir acıdan başka hiçbir şey görmez. Ama son sözü hep ölüm söyler. Ona gülüyordur.
Başka biri o kuşu görür ve... güzelliği hisseder. İçinde bir şeyin gülümsediğini hisseder."
Cepheden ayrılıp eve dönmekte olan asker, teknenin pervanesiyle köpüren denizde geriye doğru, yüzlerce insanın olduğu Guadalcanal cephesini oluşturan Pasifik adalarına acı dolu gözlerle bakar.

İç ses: "Beraber olduğumuz yer neresiydi? Birlikte yaşadığım insanlar kimdi? Beraber yürüdüğüm... Kardeşim... Dostum... Karanlıktan ışığa... Nefretten sevgiye... Bunların hepsi aynı aklın ürünü mü? Aynı yüzün yansımaları mı?
Ey ruhum, bırak da şimdi içinde olayım.
Dünyaya benim gözlerimden bak...
Ve yaptığın şeyleri gör.
Herşey parlıyor."

Hayata iyi bakın

Blueman

06.07.2004

Hiç yorum yok: