18.1.14

Siddhartha


Woody Allen’ın “Annie Hall” filminde anlattığı bir hikaye vardı: Adam karısını psikiyatra getirir, “Doktor bey karım kendini tavuk sanıyor”. Doktor sorar: “Ne kadar zamandır var bu?” Adam uzun bir süredir böyle olduğunu söyler. Doktor neden bu zamana kadar tedavi ettirmeyi hiç düşünmediğini sorduğunda ise şöyle karşılık verir adam: “Doktor bey, yumurtalara ihtiyacım vardı”

İnsanların, olayların, ...hayatın bize saçma, değersiz, anlamsız, hiç uğruna gelen çabaları, konuşmaları, hareketleri, olayları kendi içinde çok değerlidir aslında. İnsan eğitim seviyesi arttıkça bazı kimseleri beğenmez olur, bazı olayları saçma bulur, bazı konuşmalara sırf değersiz ve boş diye girmez, hatta toplumun bazı kesimlerini aşağılar kimi zaman. Oysa yaşam bir “bütün”dür ve hepimiz de “bir”.

“Siddhartha” kitabında bakın bu konuya tekrar rastladım:

“Artık insanlara eskisinden değişik bir gözle bakıyordu, eskisinden daha az zeki, daha az mağrur, buna karşılık daha bir sıcaklıkla, daha bir yakınlık ve ilgiyle. Irmaktan geçirdiği sıradan yolcular, çocuk insanlar, işadamları, savaşçılar, kadılar, eskisi kadar yabancı gelmiyordu ona; onları anlıyordu, onları anlıyor, onların düşünce ve mantıkla değil, içgüdü ve isteklerce yönetilen yaşamlarını paylaşıyor, kendisini onlardan biri gibi hissediyordu. Kusursuzluk aşamasının eşiğinde bulunmasına, şu an çektiği çile, çilelerin sonuncusu olmasına karşın, bu çocuk insanlara kendi kardeşleriymiş gibi bakıyor, onların kendilerini beğenmişlikleri, hırs ve tamahları, onların gülünçlükleri kendisi için gülünç olmaktan çıkıyor, anlayışla karşılanabilir ve sevilmeye layık bir niteliğe bürünüyor, hatta baş tacı edilmeye değer görünüyordu. Bir annenin çocuğuna karşı duyduğu kör sevgi, kendini beğenmiş bir babanın biricik oğulcuğuyla körü körüne ve aptalca gururlanışı, burnu havada genç bir kadının ziynet eşyalarına tutkunluğu ve kendisine hayranlıkla bakacak erkek gözlerine körü körüne, çılgınca düşkünlüğü, bütün bu duygular, bütün bu çocukluklar, bütün bu basit, aptalca, ama alabildiğine zorlu, güçlü bir dirimsellik içeren kolay kolay pes etmeyen duygular ve açgözlü istekler Siddhartha için çocukluk olmaktan çıkmıştı artık; insanların bu duygular ve istekler için yaşadığını, onların uğrunda sonsuz işler başardığını, gezilere çıktığını, savaşlar yaptığını, sonsuz acılar çektiğini, sonsuz çilelere katlandığını görüyordu; bunlar için sevebilirdi onları, tutkularının her birinde eylemlerinin her birinde yaşamı görüyordu, dirimselliği, yok edilmezliği, Brahma’yı görüyordu. Kör sadakatleri, kör güçleri ve diretkenlikleri içinde sevilmeye ve hayran kalınmaya layıktı bu insanlar.

Gerçekte bilgeliğin ne olduğu, uzun arayışlarıyla neyi amaçladığı konusunda bir sezgi Siddhartha’nın içinde yavaş yavaş tomurcuklanıyor, yavaş yavaş olgunluk kazanıyordu. Bu, her an, yaşamın ortasında birlik düşüncesini düşünebilme, onu hissedebilme ve nefesle içine çekebilme konusunda ruhta her an var olan eğilimden başka bir şey, bir yetenekten, gizli bir hünerden başka bir şey değildi. Uyum, dünyanın ezeli ve ebedi mükemmeliğinin bilinci, gülümseme, birlik.”
 
Hayata iyi bakın
 
Blueman
 
10.10.2013

Hiç yorum yok: