29.11.07

* Mayıs dolunayı, zaman, sinema, fotoğraf

Mayıs dolunayı gölün sakin suları üzerinde parıltılar yaratıyordu. İlkbaharın, artık giderek kendini hissettirmeye başlayan güneşle ısınan, açan çiçekler ve yeşeren tomurcuklarla iyice şenlenen gündüzlerinin ardından hala epeyce serin gecelerinden birinde sahildeydim. Dolunayın su üzerindeki ışıltıları insanın gözünü alıyor, düşüncelerde hoş yolculuklar başlatıyordu. Düşüncelerde yol aldıkça ve su üzerindeki parıltılara iyice dalıp gittikçe sanki ışıltıların hareketleri giderek yavaşlamaya başladı. Zaten çılgın şehir yaşamından bir iki günlüğüne de olsa bu göl kenarındaki sakin köye kaçan bir insanın etrafındaki o çok farklı zaman anlayışını, zamanın buralarda daha bir başka akmakta olduğunu hissetmemesi imkansızdı. Reha Erdem’in muhteşem filmi “Beş Vakit”te de bu his öylesine başarılı verilmişti ki...

Su üzerinde giderek yavaşlayan ışıltı hareketleri bir an geldi ki sanki durmuş gibi oldu. Sanki birer “an”dan oluşan fotoğraf karelerinin birbiri ardından sıralanışlarını izler gibiydim. “Film” iyice yavaşlamış, “saniyede 24 kare olarak gösterilen fotoğraflar”ın birbirlerini takip edişleri hissedilir hale gelmişti. Sürekli geçmişin kaygılarında veya geleceğin endişesinde yaşayan ve hızlı akışa kendini kaptırmış giden bir şehir insanı, adeta “an’ı yaşamak”la yüzyüze gelmişti. Aldığı her bir nefesi hissediyor, havanın burun deliklerinden girişinin sesini duyuyordu. Esen rüzgarı teninde duyumsadı. Bir gece kuşu çok yakınlarda öttü. Uzaktan bir köpek havlaması duyuldu.

Su üzerindeki parıltıların hareketi ağır ağır devam ediyor ve insanı büyülüyordu. Sanki insanı çevreleyen madde giderek yayılıyor ve hafifliyordu. O “an”da aklıma yine çok başarılı bir yönetmenin, ağır kamera harketleri ve muhteşem fotoğraflarıyla ördüğü filmleri geldi. Hani izlerken günlük yaşam ritminde iyice hızlanan ruhunuza ağır gelebilen veya içinizi sıkabilen, ama salondan çıkarken aslında ruhunuzu dinlendirdiğini ve size çok şey kattığını hissettiğiniz filmlerden... Sonra o filmlerin usta yönetmeni Nuri Bilge Ceylan'ın fotoğraf sergisi nedeniyle hazırlanan tanıtıcı kitapçıkta yer alan Levent Çalıkoğlu’nun yazısındaki şu ifadeler: "Fotoğraf üzerine kafa yoran pek çok kişi, şu basit mantık oyunu üzerinde hemen uzlaşabilir: Fotoğraf, yitirdiğimiz geçmişin kaydı olmasına rağmen, bizi şimdiki zamanın içine sinmiş yeni bir başka zaman olabileceği fikri ile doldurur. Aslında gördüklerimizin geçmişte kalması değil; her bakışımızda bizi mutlulukla sarmalayan bir başka zaman da varmış duygusu hoşumuza gider. Dolayısıyla fotoğrafları, bir başka zamanda yaşamamıza olanak tanıdığı için severiz. Sürekli olarak içinde bulunduğumuz şimdiye varmanın en kestirme yoludur fotoğraflara bakmak. Belki hiç aklınıza gelmemiş olabilir, ama bunu fotoğrafçıların kendileri de yapar. Hatırlamak, şimdiyi aşıp bir başka zamanın içine akmak ama yine de şimdinin içinde olmak içın çekerler. Nuri Bilge Ceylan'ın da bu duyguyla bu kareleri çektiğini düşünüyorum."

İyice yavaşlayan zamanın akışında, “hatırlamak ve şimdiyi aşıp bir başka zamanın içine akmak, ama yine de şimdinin içinde olmak” fikri beni büyülemişti.

Hayata iyi bakın

Blueman
03.05.2007

Hiç yorum yok: