1.12.06

* Filmlerdeki Hayat – 19

Aşağıdaki yazı “Leaving Las Vegas” filminin hissettirdiklerini paylaşmak amacıyla yazılmıştır. Filmi henüz seyretmemiş olanlar okumayabilirler.

Mike Figgis’in “Leaving Las Vegas” filminden bahsetmiştik daha önce...

Şu ölmek için kendini alkole veren ve yaşamının tek gayesi olarak içki içmeyi seçen, bu arada tanıştığı bir fahişeyle çok özel bir iletişim kuran, ona ne olursa olsun kendisinden içkiyi bırakmasını istememesini söyleyen, her gün pek çok aşksız ilişki yaşayan ve sonunda aşık olmak için alkolik ve ölmek üzere olan bir adamı seçen fahişenin de bir gün kendisine hediye olarak bir içki matarası aldığı adamın hüzünlü hikayesi...

Filmin bir sahnesinde adam barda deli gibi içmektedir ve bir kadınla tanışır. Onunla birlikte olmak ister ama çok sarhoştur ve kadın onu reddeder. Ertesi gün erken kalkmak zorunda olduğunu söyleyerek bardan ayrılırken kadın ona “Belki de bu kadar çok içmemelisin” der.

Adam şu cevabı verir:

“Belki bu kadar nefes de almamalıyım Terry”

Çünkü içmek onun için yaşamla eşdeğerdir artık. İçmekten vazgeçmek de ölümle...

Bu denli bağlı olduğumuz bir kişi, olay veya bir “şey” var mı? O olmazsa bir ölüden farklı hissetmeyeceğimiz, bizim için nefes almak kadar değerli olan bir şey. O olmazsa ölmezsin aslında, yaşam herşeye rağmen devam eder. Ama o varken öyle hissedersin işte. Muhtemelen yoktur değil mi?...

Hayatımızda tutku yok...

Belki de bu iyi bir şeydir. Tutku yakıcıdır aslında. Başta sahibini ateşler, havalara uçurur, coşkuya boğar, ama genellikle de kontrol edilemezdir ve sonunda sahibini yakar.

Onlar eski zamanlardaymış. Birbirini deliler gibi seven, sevdiğinin uğrunda ölümü göze alabilecek insanlar, sevgililerine, ailelerine, vatanlarına veya işlerine tutkuyla bağlı insanlar herhalde çok geçmişte kaldılar.

Ne güzel biz rahatız, güvencedeyiz.

Hayata iyi bakın

Blueman

04.04.1999

Hiç yorum yok: