1.12.06

* Filmlerdeki Hayat - 23 (son)

“Filmlerdeki Hayat” serisinin sonuncusunda bu kez filmlerin insanlar üzerindeki etkilerinden ve aslında bu etkiyi nasıl oluşturduklarından bahsetmek istiyorum.

Bernie Wooder adında bir psikoterapist insanların film seyrederken, olayları 3. bir şahıs olarak ve tabiatıyla objektif bir bakış açısıyla izlediklerini, bu nedenle filmlerde gerçekleşen ve belki de yaşarken değil de filmi seyrederken farkettikleri, kendi hayatlarındaki olaylara benzer olayları ya da bir karakterin kendisine benzeyen özelliklerini çok daha tarafsız bir şekilde farkettiklerini anlatıyor (karakterle özdeşleşme). Filmlerdeki coşku uyandırıcı, acıklı ya da rahatsız edici sahnelerin insanların kilitli kalmış korku, acı ve arzularına birer anahtar teşkil ettiğini de belirtiyor.

Sizlere bu serinin bir bölümü olarak gönderdiğim ve Ali Kırca’nın da “Dünyanın En Güzel Filmi” adındaki bir yazısına konu ettiği, Frank Capra’nın unutulmaz “It’s A Wonderful Life” adlı filminde kendisi dışında herkese nazik ve iyi davranan, ama sonunda depresyona girip intihar etmek isteyen, ancak kendisinin yer almadığı bir hayatı bir melek sayesinde görerek dünya üzerinde ne denli işe yarar bir insan olduğunu farkederek bu isteğinden vazgeçen ve hayata dört elle sarılan karakter (James Stewart), filmi seyreden birçok kişinin intihardan vazgeçerek hayata dönmelerine yardımcı olmuş, yönetmene binlerce teşekkür mektubu gelmişti. Film bugün bile inanılmaz bir güce sahiptir ve hanüz görmemiş olanlara şiddetle tavsiye ederim.

Bir başka örnek de Judy Garland’ın çocukluğunda çevirdiği “Wizard Of Oz” filmidir. Burada çıktığı yolculukta her biri bir zayıflığa sahip bir aslan (korkak bir aslan), bir teneke adam ve bir korkulukla karşılaşıp onların zayıflıklarından kurtulmasına neden olacak o yolculuğu yapan Dorothy, aslında o yolculuğu kendi içine doğru yapmakta, arkadaşlarının temsil ettiği zayıflıkları aslında kendisi taşımaktadır. Filmin sonunda da aslında Dorothy zayıflıklarını yenerek gerçek kişiliğini bulur.

Steven Spielberg’in “The Color Purple” filminde kocası tarafından hor görülüp aşağılanan ve dövülen Whoopi Goldberg’un tanıştığı sevilen bir kadın şarkıcının kendisini çok sevip, hatta aşık olup sadece onun için şarkı söylemesi sahnesinde gözyaşlarına hakim olamayan bir kişi, burada kendisini etkileyen şeyin Whoopi’nin elde ettiği başarılar için değil, sadece kendisi olduğu için sevilmesinin harika olduğunu söylemiştir. Psikoterapist bu katalizörün yardımıyla hastasının başarılara aşırı derecede önem veren ailesinden özlemini çektiği gerçek sevgiyi göremediğini bu sayede kolayca ortaya çıkarmıştır.

Leeds Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olan Maggie Roux da filmlerden bu şekilde faydalanıyor. Öğrencilerine seçilmiş bazı filmleri izlettirip, sonra da filmler üzerine tartışmalarına yardımcı oluyor. Örneğin “Antz” filminde (Walt Disney animasyonu) bireyselleşme özlemi ve bu uğurda toplumun değer yargıları ve kuralları ile mücadele, “Crimson Tide” filminde de (Gene Hackman, Denzel Washington) bir denizaltıda yaşanan olaylar ışığında yaşlı erkek – genç erkek iktidar mücadelesi, sorunlar karşısında iletişimsizliğin ortaya çıkardığı daha büyük sorunlar üzerine tartışmalar yapılıyor.

Michael Keaton ve Nicole Kidman’ın başrollerinde oynadığı “My Life” adlı filmde, çocuğunun doğumunu göremeden öleceği fikrine saplanıp kalarak, çocuğu için sürekli video arşivi oluşturan erkek karakter, bir hapishanede filmi seyreden mahkumların hayatlarında olup bitenleri ailelerine anlatma şansları olmadığını hissettirerek filmi kendi hikayeleri gibi görmelerini sağlamıştı.

Belfast Üniversitesi’ndeki derslerinde Dr. Peter Byrne filmleri öğrencilerine kişilik bozukluklarına örnek olarak izlettiriyor. Ray Liotta, Joe Pesci ve Robert De Niro’lu Scorsese filmi “Goodfellas” profesörün ne demek istediğine iyi bir kanıt. Ya da patolojik kıskançlık üzerine iyi birer örnek olan “Raging Bull” (De Niro) ve “Sleeping With The Enemy” (Julia Roberts) gibi filmler... “Eyes Wide Shut” ve “The War Zone” gibi filmler aile terapistleri ve evlilik danışmanları tarafından kullanılırken, “The Bridges Of Madison Country” sadakat, “Priest” homoseksüellikle yüzleşme, “Fearless” ve “Saving Private Ryan” hayatta kalabilmek için suç işleme gibi konularda çarpıcı örnekler sunup izleyicileri bu konularda kendileri ile yüzyüze bırakıyor.

Son olarak Dr. Byrne geçen sene “Titanic” filmini seyredip derin bir şok yaşayan bir hastasından bahsediyor. 50 yaşının üzerinde olan bu bayan 20’li yaşlarında kocasını bir kazada kaybetmiş ve acısını kalbine gömmüştü. Filmde aşık olduğu adamı kazada kaybeden kadın karakteri, 30 yılı aşkın süredir saklı kalan ve çözülememiş acının ortaya çıkmasına neden olmuştu.

Bilmem “American Beauty” filmini seyredip de video kamerasıyla film çeken gencin, kız arkadaşına sadece bir naylon torbanın rüzgarda bir oraya bir buraya savrulmasını çektiği filmini seyrettirirken yaptığı konuşmada siz de benim gibi yoğun duygular yaşamış mıydınız?

“Hayatta o kadar çok güzellik var ki, bazen bunlar ruhuma fazla geliyor”

Hayata iyi bakın

Blueman

31.03.2000

Hiç yorum yok: