16.8.07

* Haftanın ikinci günü safsatası

Öncelikle Didem ve Ebru’yu istekleri üzerine mesaj listesinden çıkarttığımı ve mesaj kutularında gereksiz doluluk yarattığım için özür dilediğimi, aynı istekte bulunacak başkaları da varsa bana çekinmeden bildirebileceklerini belirtmek isterim.

Sevgili İlter, gönderdiğin alıntı gerçekten de çok anlamlıydı. (“Gerçek bilgelik ancak insanların oturduğu yerlerden uzakta, büyük yalnızlıklarda öğrenilir. Görmeyi öğrenmek için, duymayı öğrenmek için bunu yapmalısınız; tek başınıza doğaya gidin, çünkü size tanrıların yollarını öğretecek olan ben değilim. Böyle şeyler ancak yalnızlıkta öğrenilir” – Bir Dağının Güncesi – Bir Kızılderili Şamanın sözleri) Sevgili Güney’in yazdığı harika paragraf ile birlikte (“Dışımızda olan herşey içimizde de var aslında; doğayla mücadele ederken kendimizle de mücadele ediyoruz; denize bakarken duygularımıza, geceye bakarken korkularımıza bakıyoruz. Kurtların ulumasından ürperdiğimizde henüz keşfetmediğimiz kendimizden ürküyoruz. Güneşin batışında hayallerimiz, doğuşunda ümitlerimiz saklı. Dünyayı gezmek kendimizi gezmek, başkalarına yönelmek aslında bir kendine ulaşmak çabası. Ve biz de evren gibi, mevsimler gibi değişiyoruz, yakınımızdaki insanlarla birbiriyle etkileşen bir duygusal uzayda ne itip ne de çekerek, kimi zaman yaklaşıp kimi zaman uzaklaşarak yörüngelerimizde dönüyoruz, kopmadan), tam da okumayı henüz bitirdiğim muhteşem bir kitabın üzerine gelince sizlerle heyecanımı paylaşmak istedim.

Arkadaşlar geçen sene bilmem dikkat ettiniz mi ama tüm insanlık için gizli mesajlar içeren, ancak algılama kanalları daha açık insanların daha net olarak etkilendikleri, son derece önemli olaylar meydana geldi, gelmeye devam ediyor ve her ne kadar içinde bulunduğumuz “düşüş” sürse de bu mesajlar da gelmeye devam edecek.

17 Ağustos ve 12 Kasım felaketleri bunların başında geliyordu. Maalesef binlerce hayata mal olan bu felaketler geride kalanlar için de balyoz gibi bir uyarıydı. Çıkarılabilecek onca sonucu buraya yazabilmek mümkün değil, zaten herkes kendi çıkarabildiği sonuçlarla kişiliğine, hayata bakışına ve devam ettiği yolculuğuna verebildiği yönü verdi.

Bunun dışında benim şahsen çok etkilendiğim “The Matrix”, “The Fight Club”, “Sonsuzluk Ve Bir Gün” ve “American Beauty” filmleri, sevgili Mordo’nun önerdiği Ergun Candan’ın “Gizli Sırlar Öğretisi” ve yine dost bir ruhun bana okumam için hediye ettiği Marlo Morgan’ın “Bir Çift Yürek” adlı kitapları – ki hiç kitap okumayan bir insan olarak bunları bitirmek benim için büyük başarıydı – hayata bakışımı, kendi yolculuğumu ve en önemlisi evrendeki yerimi tekrar sorgulamama neden olan çok büyük basamaklardı. Bu mesajların hepsi birer birer, zamanı geldiğinde yani ben hazır olup farkında olmadan çağırdığımda bana geldiler. Ve gerçekten çok şey gösterdiler ki hala alamadığım pek çok mesaj da kaldı geride eminim.

Hala okumamışlar varsa, özellikle “Bir Çift Yürek” adlı kitabı tavsiye etmek isterim. 50 bin yıldır evren ile müthiş bir uyum içinde ve ilk günkü erdemleri yaşamayı ve ayakta kalmayı başarmış Avustralya Aborijin yerlileri ve aralarına mesajcı olarak kabul ettikleri bir beyaz kadının akıl almaz maceraları ve inanılmaz Aborijin felsefesi...

Sevgili Müzeyyen’in geçen mesajında gönderdiği yazıda belirtildiği gibi, “hiçbir şeyin tesadüfi olmadığı”na inanan, ilk bakışta biz modern çağ insanlarına son derce ilkel gelen, fakat özlerinde insaoğlunun, bizlerin çoktan kaybetmiş olduğu tanrısal özellikleri barındıran, bize olağanüstü görünen yeteneklere, müthiş bir algılama gücüne ve evrenle uyuma sahip bu insanlardan öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki... Yazık ki bu insanların da soyları tükeniyor (kendini modern sanan insanlar yüzünden) ve insanlık kendi sonuna doğru adım adım yaklaşıyor.

Kitaptan, okumaya özendirecek, ama okuma zevkini de kaçırmayacak bazi alıntılar yapmak istedim:

“Gerçek İnsanlar (kendilerini bu şekilde adlandırıyorlar) sesin var oluş nedeni olarak konuşmayı görmezler. Konuşmak yürek ve akılla yapılır. Ses, konuşma amaçlı kullanıldığı zaman ortaya dökülenler boş sözlerdir. Ses, şarkı söylemeye, kutlama yapmaya ve şifa vermeye yarar.”
“Doğumgünü partilerinden söz ettiğimde beni ilgiyle dinlediler. Onlara pastayı, şarkıları, armağanları ve her yıl bir adet artan mumları anlattım. ‘Bunu neden yapıyorsunuz?’ diye sordular. ‘Bizler için kutlama özel bir durum gerektirir. Yaşlanmanın nesi özel anlamadık, bunu sağlamak için özel bir çaba göstermeyiz ki. Bu kendiliğinden olur’ ‘Peki’ dedim ben de, ‘Siz neyi kutlarsınız?’. ‘Daha mükemmel olmayı. Bizler eğer geçen yıla oranla daha iyi, daha bilge olmuşsak bunu kutlarız. Bunu da ancak sen kendin bilebilirsin ve kutlama partisinin ne zaman yapılabileceğini sen söylersin.’”

“Kanguru örneğinden alınan ders geriye doğru adım atma yeteneğinin olmamasıdır. Kanguru daima öne, ileriye doğru yürümek zorundadır. Bu, çember çizerken de böyledir.”

“Eski düşüncelerden, alışkanlıklardan, inançlardan ve sırasında eski arkadaşlardan sıyrılmak gereklidir. Bir şeyleri arkada bırakıp yürüyebilmek, insanlar için güç bir derstir, ama yine de eski derisinden sıyrılabildiği için yılanı ne yüceltmek ne de yermek gerekmez. Bu onun için sadece bir zorunluluktur. Yenilikler ancak onlar için yer açtığınız zaman yaşantınıza girebilirler.”

Uzun zamandır deniz kenarında yaşamasalar da Gerçek Insanlar Kabilesinin en sevdiği hayvanlardan biri de yunustur. Yunus zihinsel iletişim kurabildikleri ilk yaratık olmuştur ve yaşamın özgürlük ve neşe anlamına geldiğini yunuslardan daha iyi hangi hayvan anlatabilir ki? Bu insanlara, yarışmanın, yenilenin, yenenin olmadığını, herşeyin eğlence amacını taşıdığını öğreten, bu oyun ustası hayvanlar olmuştur.”

“Gerçek gerçektir. Sen birinin canını acıtırsan, kendi canını acıtırsın. Birine yardım edersen, kendine yardım edersin. Kan ve kemik tüm insanlarda bulunur. Farklı olan yürek ve niyettir. Mutantlar (beyazlara bu adı takmışlar) bunun sadece bir insan ömrü boyunca geçerli olduğunu, bireysellik ve ayrımcılık anlamında düşünürler. Gerçek İnsanlar, bunun sonsuzluğa dek süreceğini bilirler. Atalarımız, doğmamış torunlarımız, her yerdeki tüm yaşam, bunların tümü, ‘bir’dir.”

“İnsanlar tanrısal ‘bir’liği tanısalar ve evrenin gelişigüzel ilerleyen bir olgu değil, ayrıntıları ile belirlenmiş bir tasarım olduğunu bilseler, hiç korkmazlar. Yerlilerin inancına göre maddesel nesneler korkuya yol açar. İnsanlar ne kadar çok mala sahipse o kadar çok korkarlar. Ve büyük olasılıkla sadece bu nesneler için yaşarlar.”

Her sabah doğan güneşe karşı minnetlerini sunarak güne başlayan, doğanın kendilerine sunduğu nimetleri değerlendirmeyi (bir hayvanı öldürmeyi, bir meyveyi dalından koparmayı ya da bir taşı susuzluğunu gidermek için kullanmayı) onların ‘varoluş nedenlerini onurlandırmak’ olarak kabul eden, bir gölde yüzmeden önce onu paylaştıkları hayvanlardan ve bitkileden izin alan, doğanın nimetlerinin hiç bir parçasını ziyan etmeden sonuna kadar değerlendiren, müthiş bir sezgi yeteneğine sahip bu insanların bizlere söylemeye çalıştıkları tek bir şey var: “Aslında sizler de aynı yeteneklere sahipsiniz., fakat sizleri özünüzden uzaklaştıran maddi dünya bağımlılıklarınız ve gerçek anlamda ‘kendi’nizin farkında olmadığınız için boşa harcanan bir ömür sürüyorsunuz ve kendi sonunuzu, bu dünyanın sonunu kendiniz hazırlıyorsunuz.”

Ben son birkaç günümü bu insanlarla geçirdiğim için çok mutlu oldum ve çok şey öğrendim onlardan.

Bunları sizlerle paylaştıktan sonra gözlerimi kapatıp hepsine dünyanın çok uzak bir köşesinden teşekkürlerimi göndereceğim. Beni duyup sevineceklerine eminim.

Hayata iyi bakın

Blueman

12.06.2000

Hiç yorum yok: