15.8.07

* Peyintbol

Birazdan okuyacaklarınız tamamen yaşanmış olaylardan yola çıkılarak yazılmıştır, ama birazcık da olsa abartma payı vardır.

Günlerden bir gün Rüknettin argadaşı İlter’in “Olm çok güzel bir oyun varmış, peyintbol muymuş ne. Hadi biz de gidek oynuyak, teknolociden geri kalımıyak” teklifine olumlu yaklaşarak, İstanbul – Ankara TEM otoyolu gişelerinin orda onu ve argadaşlarını beklemişti. Bir süre sonra İlter ve argadaşları birer birer geldiler ve güzel bir 6 Haziran günü gişelerden geçilerek oyunun oynanacağı S.P.O.T (Strategic Paintball Outdoor Training) Peyintbol alanına doğru harekete geçildi. 9 araba / ciplik konvoy dolusu insan adam başı 20 Amerigan Doları para vererek oynayacakları peyintbol alanına doğru ilerlediler. 15 km. gadar sonra Pendik, ilaveten Gurtgöy sapağından çıgış yaparaktan ve de bir 15 km. gadar daha Ballıca tabelalarını izleyerekten yollarına huşu içinde devam ettiler. Bu arada Rüknettin gelmeden önce bodi büyilding yaparak guvvetlendirdiği pazularında arabanın havalandırma deliklerinden gelen yaz havasını hissediyor, bir yandan da teyibinde gızılderili namelerinden derlenen bir gaset dinleyerekten kendini, savaş baltasını torpaktan yeni çıgarmış bir Çeyen kibin hissetmeye çalışıyordu. Yolun geçtiği araziler hoş manzaralarla doluydu, doğa artıkın iyice uyanmış, böcekler, kelebekler ve de guşlar cıvıl cıvıl cıvıldanmaya, tepişmeye başlamışlardı. Soonacığıma torpak bir yola girildi ve 2-3 km. sonra S.P.O.T neyin dene yere gelindi. Gontaklar gapatıldı, arabalardan inildi, hal hatır soruldu. Bu arada Birol argadaşımızın teğmen rütbesi taşıyan bir asker kıyafetiyle oyuna iştirak edeceği, kodu mu oturtacağı gözlemlendi ve etraftaki herkes bu ciddi yaklaşımından dolayı kendisini tebrik etti. Ardından hoş bir çiftlik evini andıran merkeze girildi. Sade döşenmiş, daha doğrusu içinde hiçbir şey olmayan odanın bir tarafından ünlü İtalyan yönetmen Federico Fellini’nin bir gergedanla yaptığı bir sandal gezintisinin posteri, bir diğerinde de Rüknettin’in uzaktan akrabası olan bir Çeyen gızılderilisinin posterinin asılı olduğu gözlerden gaçmadı. Posterde şu anlamlı dörtlük yazılıydı:

Only after the last tree has been cut down
Only after the last river has been poisoned
Only after the last fish has been caught
Only then will you find Money cannot be eaten

İngiluzca bilmeyenler için tercümesi:

Sadece son ağaç kesildikten sonra
Sadece son nehir kirlilikten zehirlendikten sonra
Sadece son balık da yakalandıktan sonra
Ancak o zaman annarsın paranın yenmeyeceğini dangalak kafalı görürsün
hanyayı gonyayı gelmiyim oraya nato mermer nato gafası...

Neyse efendim sonra ağaçların altında toplanılarak bir şeyler içildi, ilk bilgilerin verilmesi beklendi. Nazik, okumuş ve aklı başında olduğu belli olan rehberimizin verdiği bilgiye göre oyun saat 16:00’da başlayacaktı, o zamana gadar şööle bir etrafta dolaşılabilirdi. Dolaşıldı. Tepe aşağı yüründü, hatta İlter bir ara tepe aşağı goşarak argadaşlarının üzerine geldi, gorgu yarattı, az daha gafayı gözü yaracağıdı. Evren argadaşımız Fenerbağçe sahil yolunda, ön tarafında 4-5 yaşlarındaki çocuğunu oturtup bisiklete binmekte olan, fakat çocuğun ayağı ön tekerleğe sıkışınca çocuk ve bisikletle birlikte gafa üstü takla atarak sahilde infial yaratan dallamanın hikayesini anlatarak hoşça vakit geçirilmesine zemin hazırladı. Uzaklarda Ömerli Barajı’nın suları görünüyor, doğaya hasret yürekler pıtır pıtır atıyordu. Soğnacığıma geri dönüldü. Yemek, oyundan sonra ve sucuk, salata, bir meşrubat veya peynir tabağı, sosis, salata ve iki meşrubattan oluşan iki ayrı çeşit menü şeklinde yenilebilecekti. Sonra oyunun nasıl oynanacağı, yine okumuş, kültürlü bir argadaş tarafından beyaz tahtada, bordmarkır kalem vasıtasıyla anlatıldı. Oyun sahası ağaçlık ve dikdörtgen şeklinde bir yerdi. İçinde iki dene gale sahası var idi, tagımlar en fazla onar kişi olabiliyordu, her adama içinde gıda boyası olan, yıganınca çıkabilen turuncu renkli bir boyanın bulunduğu misket büyüklüğünde 20 dene mermiyle doldurulan ve garbondiyonksit gazı dolu bi tüp ile atış yapan bi tüfeng verileceğidi. Oyun on beşer daggalık iki set halinde oynanıyordu. Amaç gendi galenden yola çıgıp, ormanda rastladığın düşman asgerlerini vurmak, ama gendin vurulmayacan, garşı galeden düşman bayrağını gaptığın gibi goşarak gaçmaktı. Emme bi kerem bile vurulursan ölüyodun ve “Ded Men Zon” denen bi yerde setin sonuna kadar beklemek zorunda galıyodun. Vurulunca “avut” diye bağırıyon ve oyundan çıkıyodun, ama vurulan adam vurulduğunu gabul etmeyip oyundan çıkmazsa, vuran adam “Ben seni vurdum ula, sen niye çıkmıyon kine?” diye ortalık yere çıkıp keklik pozisyonuna düşmüyordu, saha içinde bol miktarda bulunan hakemlerden birine “Çek peyint (Ula hakem şu adamı bi gontrol ediver bakim hele bi yav)” diye başvuruyordu. O da vurulan adamı bi gontrol ediyodu ve eğer adam gerçekten vurulduysa “Yor e ded men, yürü bakiim ded men zona” diyodu, ama yine de çıkmazsa bire bir kuralına göre aynı takımdan bir başka gişi daha atılarak ceza veriliyordu. Vurduğun adam başına 3 puvan, garşı tagımın bayrağını alınca “50 eksi takımlardaki adam sayısı çarpı 3 puvan”, bayrağı kendi galene getirince de 50 puvan alıyodun, 100 puvan maksimum yani, hadi bayrağı aldın geliyon o zaman vuruldun n’olcek, ha o zaman da bayrağı paşa paşa aldığın yere götürüyon, sonra da oyundan çıkıyodun, mermi bitti, tüfengin tutukluk yaptı, o zaman da hakeme diyon ki abi bööle bööle, hakem de seni “Nötr (sıfır, yok, etkisiz eleman, bi hiçsin olm sen)” ilan ediyo, seninle ilgileniyo, ama başkaları sana hiç bi şey yapamıyo, sen nötr oldun ya o hesap, sorunun halledilince sana beş saniye veriyo, sen tekrar ortama giriyon, ha bir de tüfenginin içine torpak gaçırmıycan, cinlik yapıp yerde bulduğun eski mermileri tüfengine doldurmayacan, çünkü onlar şişiyo ve tüfengi tıkıyo, tüfenginin emniyetini oyundan sadece on saniye önce açıp, oyundan sonra kapatacan, sooona oyun alanının dışına çıkmayacan, ek mermi satın alabiliyon falan filan işte beyle...
Aslında oyuın, çalışma hayatında takım ruhunu geliştiren, karar verme, stratejik plan yapma ve uygulama, stresle mücadele gibi konulara alıştıran bir takım eğitim programlarının bir parçası olarak da başarı ile uygulanıyor.
Neyse sonra Gonca, İnan, Koray Kalleci, Saşa, Evren, Hilal, İrem ve Rüknettin’den oluşan takım hemen plan yapmaya koyuldu. Nihayetinde 2-3-2-1 saldırı düzenine, hızlı bir şekilde yer değiştirmeye ve düşman sahasına hızlıca girip onları ortadan dağıtmaya, her elemanın birbirini korumasına felan karar verildi. Tabii bu arada bir sürü geyik plan da yapıldı, gülündü, eğlenildi. Sitresle birlikte vücutta Adile Narin mi ney bi şiy salgılanmaya, sonacığıma ruhlar öldürme arzusuyla yanıp tutuşmaya, kavrulmaya başlamıştı. Tagımlar galelerine gidip geri sayım yapılmaya başlanınca heyecan da doruklara çıkmıştı. Ha bu arada ne yazık ki ağaca felan çıkmak da yasaktı oyunda. Neyse Saşa, Gonca ve Rüknettin akıncı olarak önden fırladılar hemen. Ama öndekiler çok hızlı goşunca Rüknettin onları gözden gaçırdı bir ara, sonra bi baktı ki garşıda üç düşman, hemencecik yere yattı ama yanında bir dene de ayakta dinelen adam varmış, onu görmedi, o adam da İlter imiş, İlter onu gafadan şişledi ve Rüknettin oyunun ilk vurulan salağı olarak ded men zona getti. Heyecandan dizleri titriyordu, yutkunmakta zorluk çekiyordu ve gan basıncı firlamıştı. Herşey bi anda olup bitivermiş ve dağ gibi gencecik bi evladımız ded men olmuştu işte. Bu arada ağaçların ardından patlama sesleri, koşuşan ayak sesleri ve arada bir de “avut” sesleri duyuluyordu. Sonra vurulanlar bir bir ded men zona damlamaya başladılar. Saşa da vurulmuştu. Ama ondan sonra gelenlerin hepsi garşı tagımdandılar. Ded Men Zon’un onlara ayrılan bölümünde gurbanlık goyunlar gibi tıkış tıkış olmuşlardı. Bizim tagım ise hala sahadaydı. Az sonra da garşı tagımın bayrağını ele geçirip birar cengaver edasıyla geldiler. Herkes gan ter içinde, heyecanlı, nefes nefese, ama zafer sarhoşu gibiydi. Bu oyunu biz almıştık.
Bir sonraki oyunda Eviren ve Rüknettin kalede kaldılar ve sağa, bir de sola açıldılar. Önce ağaçların ardında kaybolan argadaşlarının ardından ortalığı bir ölüm sessizliği bürüdü. Ancak çok geçmeden silah sesleri ormanın derinliklerinde yankılanmaya başlamıştı. Rüknettin biraz daha kuzeye doğru ilerledi, ama bir de baktı ki düşmanlardan biri kaleye doğru yaklaşmış, Eviren de kaleyi koruyor. Hemen argadaşına yardım amacıyla düşmana yandan bindirme yaptı, düşman iki ateş arasında kaldı ve vuruldu, ancak bu arada Eviren de kahramanca ded men olmuştu. Rüknettin kalede yalnızdı artıkın. Yeni bir düşmanın belirmesi çok gecikmedi. Karşılıklı siper aldılar ve uygun anı kollamaya başladılar. O an her saniye yıllar kadar uzun geliyordu sanki her ikisine de... Neydi bi iki insanı ölümüne karşı karşıya getiren sebep?.. Aslında gardaş olan bu iki insan uzak bir ormanın ücra bir köşesinde, daha önce hiç görmediği bir başka insanı yok etmek için fırsat kollar durumdaydı. Aksi taktirde kendileri ölecekti. Neyse efendim düşmanın silahı tutukluk yapıca hakem onu “bi hiçsin olm sen” yaptı, silahına baktı, sorunu halletti ve beşten geriye doğru saymaya başladı. Bu arada Rüknettin de kalede yalnız olduğunu bağırıp yardım çağırmıştı. Düşmanla birkaç el daha ateş ettiler birbirlerine ve sonra aniden düşman vuruldu. Rüknettin şaşkın bakışlarla etrafını taradı ve desteğe gelen Hilal’in güven verici varlığını farketti. Kaleyi Hilal’e bırakan Rüknettin kuzey taraftan akına geçti, sonra hızla rakip galenin arkasına kıvrıldı ve o anda kaleyi korumakta olan Uğur’un garşısında İrem ve İnan’ın kıyasıya ateş ettiklerini gördü. Hemen yandan sürünerek uygun bir pozisyon yakaladı. Uğur henüz onu farketmemişti. Rüknettin elini çabuk tutmazsa argadaşları vurulabilirdi. Tek atış ve Uğur yoktu artık. Halbuki o da değerli bir insandı, ama savaştı bu artık n’apcan işte. Bayrak daha önce galeden alınmıştı zaten, bu oyun da onlarındı.

Üçüncü oyunda yine Eviren ve Rüknettin galede galdılar, ama oyunun sonuna gadar sabit beklemektense, oyun sahasının kuzey sınırına yakın bölümden taarruza geçti Rüknettin. Biraz ilerlemişti ki argadaşı Koray Kalleci’nin yerde süründüğünü, tam garşısında da bir düşman olduğunu gördü. O anda ani bir gararla goşmaya başladı Rüknettin, Koray’ın üzerinden atladı, hızla düşman galesine goşarken herkesin kendisine ateş ettiğini farketti, mermiler yanından vızır vızır geçiyordu. Bu arada Koray da Rüknettin’e ateş etmek için pozisyon değiştiren düşmanı haklamış, yoluna devam etmişti. Rüknettin o hızla deli danalar gibi koşarken bir çalıya takılıp kaldı, hakem onu çalıdan kurtardı, galenin yakınında çok düşman vardı, onu farkettiler, herkes yine ona ateş ediyordu. Sürünerek ilerlemeye başladı, birden yanı başındaki çalının hemen ardında bir düşman olduğunu gördü dehşetle. Aralarında yarım metre mesafe ya vardı ya yoktu ve düşmanın nefesini duyuyordu. Ama o kadar yakından ateş etmenin mümkünatı yoktu. Hemen yer değiştirdi, ancak bir başka düşmanın yaylım ateşine maruz kaldı, bir süre deliler gibi mermi boşalttılar birbirlerine ve sonunda ikisi de birbirini vurmuştu. Rüknettin golundan vurulmuş turuncu turuncu ganıyordu. İki gapı gibi deliganlı gettiiiiiii de getmişti işte. Yazık çok yazıktı. Rüknettin keşke yaşasaydı da o oyunu da kazandıklarını görseydi. Ama zaferi kazanan tagım argadaşları onu hiç unutmadıalr, her zaman şerefli ve yiğit bir genç olarak andılar.
Neyseydi.
3 oyun sonucu 285’e 24 gibi acı bir hezimetti.
Oyunda vurulduktan sonra ded men zona gelen ama heyecan ve stresten iki cümleyi biraraya getiremeyen argadaşlar, oyundan sonra birbirlerini nasıl vurduklarını, yok efendim silahının nasıl tutukluk yaptığını, nasıl ceylan gibi sekerek, arı gibi sokarak felan bayrağı kaptığını, nasıl atıp da vuramadığını, nasıl da vurulduğunu felan feşmekan bıraksanız saatlerce anlatırdı.
Ama asıl önemlisi; herken hata yapmış ve bunları analiz etmiş, başarılar elde etmiş ve bunlarla gururlanmış, özellikle erkekler tarih öncesi çağlardan gelen avlanma içgüdülerini tatmin etmiş, bayanlar belki de ilk defa yaşadıkları bu olayın hakkını sanılandan çok daha başarılı biçimde vermiş, gerçek bir savaşın ne kadar korkunç olabileceği bizzat yaşanarak daha yakından hissedilmiş, takım dayanışması ve anlık karar verip uygulama becerileri geliştirilmiş, yarım saat önce birbirlerini öldürmek için kan ter içinde kalan insanlar yemek masasının etrafında dostluklarını pekiştirmiş, birlik ve beraberlik içinde hoşça vakit geçirilmişti. Sonunda herkes yorgun ama rahatlamış ve mutlu bir şekilde oradan ayrıldı.
Tekrar yaşamaya değer bir duyguydu.
Rüknettin arabasına bindi, gızılderili gardaşlarının yüzünü gara çıkarmamış olmanın verdiği huzurla, vurulan yeri hala kızarık olan sağ kolunun ucundaki elini kullanarak teybin düğmesini çevirdi ve müzüğünü dinleye dinleye güneşin battığı yere doğru uzaklaştı.

06.06.1999

Hiç yorum yok: