15.8.07

* Hayat ve Ölüm

Aşağıdaki şiir, içtiğimiz suyun, soluduğumuz havanın, küçük mutlulukların ve genel anlamda hayatın değerini daha iyi anlayabilmek için hiç aklımdan çıkarmamaya çalıştığım “ölüm” kavramını bir kez daha hatırlattı bana.

Yavaş Dans

Hiç Mayıs Direği’nin çevresinde
dans eden çocukları izledin mi?
ya da yere vuran yağmuru
dinledin mi?
Hiç bir kelebeğin ani uçuşunu takip ettin mi?
ya da geceye doğru kaybolan güneşi gözledin mi?
En iyisi yavaş ol,
çok hızlı dans etme.
Zaman kısa ve müzik susacak.
Uçan her güne karşı koşuyor musun?
Nasılsın diye sorduğunda,
cevabı duyuyor musun?
Günün bitiminde,
yatağına uzanıyor musun?
Yüzlerce yeni koro
beynine dolduğunda
iyisi mi yavaş ol,
çok hızlı dans etme.
Zaman kısa
ve müzik fazla sürmeyecek
Hiç bir çocuğa,
“O işi yarın yapalım” dedin mi?
ve sen kendi acelende
onun hüznünü gördün mü?
Hiç dokunmayı kaybettin mi?
Haydi ölümle iyi bir arkadaşlık kuralım,
çünkü “hoşçakal” demek için,
hiç zamanın olmayacak.
İyisi mi yavaş ol,
çok hızlı dans etme,
zaman kısa,
ve müzik uzun sürmeyecek.
Bir yerlere yetişmek için,
çok hızlı koştuğunda oraya varmak için,
eğlenceyi yarı yarıya kaçırıyorsun,
endişelenip acele ettiğinde,
Bütün gün boyunca, tıpkı açılmamış bir hediye gibi,
uzaklara atılmış,
hayat bir yarış değildir.
onu daha yavaşa al,
müziği duy, şarkı bitmeden önce...

Hızla akıp giden ve hiç bitmeyecekmiş gibi kabul ettiğimiz hayatın koşuşturmacası içinde ancak bir yakınımızın, çok sevilen birinin veya çok genç yaştaki bir arkadaşımızın kaybı durumunda ölüm gerçeği ile yüzyüze geliyor, belli bir zaman olayın şokunu yaşıyor, hayatın ne kadar da anlamsız, kısa ve fani olduğunu görüyor, belki de birkaçımız kendi hayatlarımız ile ilgili olumlu değişimleri başarabiliyoruz. Ancak o “koşuşturmaca” içinde tekrar o eski gaflet durumuna dönmemiz çok da uzun zaman almıyor. Yukarıdaki şiir ölüm döşeğindeki biri tarafından yazılmış ve gerçek bir yaşama sevinci ile dolu. Ama belki de artık herşey için geç olduğu bir dönemde bu hayatın güzelliğini farkedebilmiş, “müziği duymaya” ve “artık daha yavaş gitmeye başlamış”. Henüz sağlıklı olan ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya devam eden, bu sırada da gerçekten ufacık meseleleri gereğinden fazla büyütüp kendini boş yere üzen, belki de aynı evi paylaştığı ailesine ya da arkadaşlarına, diğer insanlara karşı duygularını, sevgilerini gerektiği gibi ifade edemeyen bizler, ölümle yüzyüze geldiğimiz anda, o çok üzülüp kendimize dert ettiğimiz meselelerin aslında ne kadar da anlamsız olduklarını farkedip, “keşke babamla daha çok konuşmuş olabilseydim”, “keşke x kişiye onu ne kadar sevdiğimi yeterince söyleyebilmiş olsaydım” veya “hayatımı müziği duyarak ve dans ederek yaşayabilmiş olsaydım” diyeceğiz eminim...

Hayata sahip olan ama bunu fark etmeyenler, hayatın ellerinden kayıp gittiğini anladıklarında, onun değerini iyi bilemediğini fark edip onu özleyenler haline geliyorlar.

Yukarıdaki şiir üzerine böyle düşüncelere dalıp gitmişken, bir dergide şair Can Yücel ile yapılan bir röportajda, ölümcül bir hastalıkla mücadele eden şairin şu sözleri beni her zamankinden de fazla etkiledi:

- Son şiirlerinizden Requiem’de yarım yaşandığına bin pişman olunan, yarım kalan bir hayattan söz ediliyor. Ölümün ihmal edildiğinden dem vuruluyor. Bu yarımlığın sebebi ne?
- Yarım kalan şu ki; insan yaşarken, yaşamın kurallarından biri olan ölümü unutuyor. Mesela Fazıl Hüsnü’nün bir şiiri vardır: “Kimse getirmiyor aklına ölümü” diye. Bence ölüme de temas edilmeli. İnsan yaşarken her zaman hatırlamalı ölümü. Bu bir bilinç meselesi. Aynı zamanda insanın hayatına aslen keyif katıcı bir şey. “Ölmek için yaşıyoruz” demek daha keyifli. Çünkü ölümü unutmaman, yaşama, yaşadığın ana daha fazla sahip çıkışını getiriyor peşi sıra. Bundan ötürü ölümle beraber yaşamanın verimli bir hayat tarzı olduğuna inanıyor ve öyle yaşamamanın yarım yaşamak olduğunu iddia ediyorum. İnsan ölümle bitişik yaşarsa, bu ölüm korkusu yaşama daha fazla sahip çıkmaya yol açar. Daha “tam” yaşamayı sağlar. Düşünmemeyi eksiklik hissediyorum. Sonunda hiç ölüm yokmuş gibi yaşıyor insan.

Yukarıdaki şiirde bahsedilen “bir yerlere yetişmek için çok hızlı koştuğumuz” mesajı hafızamın derinliklerinden benzer bir hikayeyi tuttu çıkardı. (Bkz. Filmlerdeki Hayat – 18)

Can Yücel’in Requiem şiirini veya Fazıl Hüsnü’nün adı geçen şiirini bulabilen olursa ve paylaşırsa çok memnun olurum.

Evet, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Aslında ölüm her yerde ve hayatın bir parçası. Ama belki de bir savunma mekanizması olarak onu görmezden geliyor, kendimize değdiremiyor ve mümkün olduğunca uzak tutuyoruz onu düşüncelerimizden. Halbuki onu içimizde daha fazla hissetmek, hayatı gerçekten daha güzel kılabilecek adımlar atmamızı sağlayabilir belki de...

Aslında ölüm her yerde...

“Death is everywhere Ölüm her yerde
There are flies on the windscreen Arabanın ön camında sinekler var
There are lambs for the slaughter Katledilecek kuzular

Death is everywhere Ölüm her yerde
The more I look Ne kadar baksam
The more I see O kadar çok görüyorum
The more I feel O kadar çok hissediyorum
A sense of urgency Bir aciliyet hissini

Depeche Mode “Fly On The Windscreen” / “Black Celebration” albümünden (1986)

Take care of life

Blueman

31 Mart 1999

Hiç yorum yok: