15.8.07

* Uzaklarda (Bangladeş)

- Bangladeş’te ne işin vardı? Başka yer mi kalmadı?
- Öyle deme... Bangladeş 128 milyonluk, Türkiye’nin iki katı nüfusu ve üçte biri yüzölçümü ile oldukça kalabalık ve dünyanın en geri kalmış ülkelerinden biri olmasına rağmen, yüz kişiye düşen telefon sayısı 0.4 olması ve 2002 yılında bu rakamı 1’e çıkarmayı hedeflemesi nedeniyle oldukça büyük fırsatlarla dolu bir ülke aynı zamanda. Biz de bu fırsatları yakından takip ediyoruz ve bir transmisyon ihalesine teklif vermek amacıyla gittik Bangladeş’e...
- Güzel, peki nasıl geçti? Anlatsana yahu hiç anlatmıyorsun...
- Ya, işte Emirates Havayolları’nın fiyatı THY’den oldukça düşük oralara. Üstelik geçen sene Ortadoğu’nun En İyi Havayolları Ödülü’nü almışlar. Emirates’le Dubai aktarmalı olarak Bangladeş’in başkenti Dhaka’ya ulaşıyorsun. Buradan Dubai yaklaşık dört saat sürüyor ve orada saatini iki saat ileri alıyorsun. Biz 18:50’de havalandığımız için 00:30 gibi orada olduk ve havadan Dubai’nin görüntüsü, çölün ortasında kurulmuş, ışıl ışıl parıldayan ve dümdüz bir arazide kurulduğu için de oldukça düzenli bir şehir şeklindeydi. Tüm yollar pırıl pırıl aydınlatılmıştı ve burada aydınlatmanın benzinle yapıldığını öğrendiğimde şaşırdım. Dubai’de oldukça fazla yabancı uyruklu insan çalıştığı için caddelerde, alışveriş merkezlerinde çok kozmopolit bir görüntü hakim ve hemen her milletten insanla karşılaşıyorsun. Araplar her işlerini yabancılara yaptırıp kendileri sadece işin kaymağını yiyorlar herhalde. Dubai Havaalanın’ndaki “Duty Free” diğerlerine göre çok da ucuz olmamasına rağmen, yine de daha fazla çeşit olduğu inkar edilemez. Ama benim tahminimden daha küçükmüş doğrusu. 02:50 gibi uçağımız Dhaka’ya doğru havalandı ve videodan gösterilen Robin Williams’ın henüz Türkiye sinemalarına gelmemiş olan son filmi “What Dreams May Come”a bir göz atayım derken o harika görüntülerin büyüsüne kendimi kaptırıp gitmişim. Robin’in, karısının yaptığı tabloların içinde dolaşması, cennet ve cehennemin, hayal sınırlarını zorlayan muhteşem görüntüleri çok başarılı efektlerle birlikte insanı büyülüyordu. Ama bu muhteşem görüntüleri dev sinema ekranında zevkini çıkararak seyretmek üzere filmi tamamlamamayı tercih edip biraz uyuyayım dedim. Tam o sırada da güneşin doğmakta olduğu farkettim, zira Dhaka’ya yolculuk da yaklaşık dört saat sürüyordu ve saatler de yine iki saaat ileri alınıyordu. Doğuya doğru uçtuğumuzdan saat 07:00 olmuştu birden. Yükselmeye başlayan güneşi Hindistan semalarında ve bulutların üzerinde karşılamak o günün en güzel anlarını oluşturmuştu.
- Bangladeş’e gel artık, nasıl bir yer?
- Başkent Dhaka’nın sokaklarına ilk çıktığında dikkatini her taşıtın deli gibi korna çalması çekiyor. Herkes ama herkes birbirine korna çalıyor, ama tabii yine herkes çaldığı için bu kornaların uyarıcı bir niteliği de kalmıyor. Trafik tam bir keşmekeş. Otomobiller, toplu taşıma araçları ve aşırı kalabalık bir yaya nüfusu dışında bir de üç tekerlekli, arkasında iki kişilik oturma yeri bulunan “rickshaw” (rikşa) denilen bisikletler ve bunların motorluları olan “baby car”lar var ki, artık Türkiye’dekilerin iki katı genişlikteki o caddelerde adım atacak yer dahi kalmayabiliyor. Tabii genzini yakan egzos dumanları da cabası. Kalabalık, pis caddeler, nemli hava, fakirlik, kargaşa ve bunlara rağmen dinamik biçimde devam eden hayat. Allah’tan bir sonraki gün başlayan ve “hartal” dedikleri iki günlük bir genel grev vardı da caddeleri bir daha o kadar kalabalık görmedik. Ve her yere rikşa’larla gittik. Grev sırasında çıkan olaylarda dört kişi öldü ve hartal bir gün daha uzatıldı. Milyonlarca dolarlık teklifimizi içeren onca doküman ve dosya kucağımızda, şık şık giyinmiş vaziyette iki adet rikşa’ya atlayıp bomboş sokaklarda tıngır mıngır Bangladeş PTT’sine gidişimiz gerçekten unutulmazdı. Haberleşme Bakanı, PTT Yönetim Kurulu Başkanı, ihale değerlendirme komitesi üyeleri, başbakan danışmanı gibi önemli şahsiyetlerle ayrı ayrı yapılan görüşmelerle geçti günlerimiz. Bangladeş para birimi Taka ve 1 ABD Doları 48 Taka. Ekonomi son derece zayıf, ama tekstilde epeyce ileriler ve önemli ölçüde insan tekstil sektöründe çalışıyor. Oteldeki TV’de National Geographics, MTV, Cartoon Networks, Movie Channel, CNN ve Euro Sport kanalları vardı. Belgeseller, müzik, çizgi film, sinema filmleri, haber ve spor... “İşte tüm ihtiyacım olan kanallar birarada...” dedim kendi kendime. Türkiye’deki 30 tane kanalda seyredebilmek üzere bir şeyler bulmak için çırpındığım, ama tam bir çılgınlığa dönüşen yarışma programlarından, çığlıklar, kanlı sahneler, dolandırıcılar, çeteler ve pislik politikacılarla dolu haberler, birbirinden seviyesiz müzik parçaları ile dolu programlar dışında bir şey bulamadığım ve her gece stres içinde yatağa girdiğim o günler geride kalmıştı artık. Öyle mutlu ve huzurluydum ki...
- Sen yokken burada İbrahim Tatlıses ile Mahzun Kırmızıgül barıştı, Banu Alkan’ın parçası Siyaset Meydanı ve A Takımı’nda defalarca tartışıldı, Çarkıfelek ve Turnike’nin süreleri üç saate çıktı, telefon hatları o saatlerde tıkanmaya başladı.

- Sağol içim epey bir rahatladı bu verdiğin bilgilerle... Neyse arta kalan zamanda benim için çok önemli bir yeri de ziyaret etme imkanı buldum; yani hayvanat bahçesini... Leonardo Da Vinci’nin doğanın başyapıtları olarak adlandırdığı kedilerin en büyük akrabası, soyu tükenmekte olan Bengal kaplanlarını demir parmaklıklar arkasında bile olsa görebilmek ve belki de seslerini duyabilmek beni çok mutlu edecekti. Gerçi zerafet, güç ve güzellik gibi özellikleri kendinde toplamış olan bu hayvanları doğal ortamlarında – Bangladeş topraklarındaki Sundarban yağmur ormanları ve bataklıklarında – görebilmeyi daha çok isterdim, ancak bunun için daha geniş bir zaman gerekiyordu. Öğle uykusuna yatmış kaplanlar, esaret hayatının vermiş olduğu uyuşukluk içinde bile öylesine görkemli ve gururluydular ki... Kafeslerin içine bakmak üzere arka tarafa geçtim ve ufak bir pencereden içeriye baktığımda muhteşem bir kaplan yavrusuyla karşılaştım. Yaklaşık bir yaşlarında olan çok güzel bir yavruyla gözgöze gelmiştik ve o da ben de gözlerimizi uzun süre hiç kırpmadan birkaç dakika süreyle bakıştık. O iri gözlerini neredeyse hiç kırpmadan bakışı sanki ruhuma işledi ve aramızda bir duvar olmasına rağmen bende bir ürpermeyle karışık büyük bir saygı uyandırdı, sonunda gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım. O sırada uzak bir kafesten aslanların kükremeleri duyuluyordu. Kafesinde bunalmış olan erkek Hint aslanı öyle bir kükrüyordu ki yaklaşık bir kilometre mesafeden insanı ürpetmeyi başarıyordu. O sesi bir ormanda duymayı hiç de istemeyeceğiniz aklınıza geliyordu. Sonra düşündüm kendi kendime; insanla hayvana ait üç tür ilişki vardı doğada: insan-insan, insan-hayvan ve hayvan-hayvan ilişkileri... Ve insanın dahil olduğu iki tür ilişkide de sorunlar var. Hayvan-hayvan ilişkisi ne kadar vahşi gözükse de, kendi içinde kurallara sahip. Bir tür bir başka türü öldürüyor, ama sadece beslenmek zorunda olduğu için ve öldürülen hayvan kesinlikle ziyan olmuyor. Aslan zebrayı parçalıyor, arta kalanları sırtlanlar ve akbabalar, onlardan kalanları da daha küçük hayvanlar yiyor ve doğadaki müthiş denge devam edip gidiyor. İnsan-insan ilişkisinde savaşları, cinayetleri, ırkçılığı görüyoruz. İnsan-hayvan ilişkisinde ise avcılığı ve soyu tükenen hayvanları... Buna rağmen “insan düşünen bir hayvandır ve onlardan üstündür” diyoruz, ne garip değil mi?
- Hmmm doğru söylüyorsun, çok doğru. Onu bırak da köpekbalığı yüzgeci çorbası içtin mi orada, kaplan dişi falan satıyorlar mıydı? Cinsel organları da Viagra gibiymiş, alıp getirseydin birkaç tane...
- Ben ne diyorum sen ne diyorsun işte, boşuna herşey boşuna...
- Ya şimdi sen bunları yazıyorsun ya, bir de başka yazılar yazıyormuşsun, sonra onları şirketin “newsgroup”una atıyormuşsun. Hiç işin gücün yok mu senin, mesai saatlerini böyle şeylere mi harcıyon sen?
- Hayır tabii ki... Bu yazıları sadece birşeyleri paylaşabilmek, yerine göre karşı görüşleri ve eleştirileri alabilmek ya da en azından insanların birkaç dakikalığına da olsa değişik birşeyler düşünebilmeleri, kendilerine bir takım sorular sorabilmeleri, belki güzel bir şey anımsayabilmeleri, güne güzel başlayabilmeleri, “aaa ben de öyle düşünüyorum” ya da “hiç öyle olur mu yahu, aslında şöyle şöyle...” gibi düşünmeleri vs. amacıyla tamamen mesai saatleri dışında, geceleri evdeki bilgisayarımda veya işyerinde öğle tatillerinde yazıyor, “server”a da hep mesai saatleri dışında göndermeye dikkat ediyorum. Mesajların saatlerine bakarsan görürsün.
- Ben bilmem işte, ne yazdığını okumadım, saatlerine de bakmadım. Sadece uzun uzun şeyler yazıyorsun işte. Aramıza yeni katılan arkadaşlara nasıl açıklarız durumu, herkes böyle uzun uzun şeyler yazarsa, kimse çalışmazsa ne olur sonra?
- Doğru söylüyorsun, mesai saatlerine dikkat etmek gerekir. Hem yazarken hem de okurken. Ama aynı zamanda bir konu hakkında iyice araştırma yapmadan, ilgili kişilerle konuşmadan yorum yapıp çeşitli yargılara varmak da doğru değil bence... Varılmak istenen nokta ne kadar pozitif olursa olsun, izlenen yol ve yaklaşım tarzı da önemlidir. Ama yine de teşekkür ederim, yanlış yaptığımı düşündüğün bir konuda benimle konuştuğun ve doğruyu göstermeye çalıştığın için. En azından bilip bilmeden arkamdan konuşmadın... Bir de ayrıca başka bir şey var söylemek istediğim. Bu Bangladeş’e götürdüğümüz teklifin hazırlanması aşamasında bizim şirketin Uluslararası Pazarlama ve Satış, LOB, Mühendislik, Eğitim, TAS, Montaj, Halkla İlişkiler, dokümantasyon, fotokopi ve paketleme gibi bölümlerindeki yardımcı olan herkese ve sekreterlerimize teşekkür etmek isterim. İki ay süren çalışmalar sırasında bu kadar farklı bölümler ve farklı insanlar tek bir amaç için çalıştılar ve birlikte hareket ettiler. Fotokopi bölümünde kopyalar çoğaltılırken veya dosyalar paketlenirken, hep “bu ihaleyi alacak mıyız, gerisi gelecek mi, inşallah ihaleyi kazanırız” gibi konuşmalar geçti. Ve herkes işini en iyi şekilde hatasız yapmaya çalıştı. Teklif dosyalarımızla şirketten ayrılırken, paketler şimdiye kadarki en güzel şekilde paketlenmişti ve herşey zamanında bitmişti. Hepimiz uluslararası başarılara ve hakkı verilmiş işlere özlem duyuyoruz. Ve şu kadarını söylemek isterim: Hep beraber en iyisini yapmaya çalıştık ve bu ihaleyi mutlaka kazanacağız.

Hayata iyi bakın

Blueman

18.02.1999

Hiç yorum yok: